Hayatımızın, zamanımızın yarısından çoğu iş yerlerimizde geçiyor. O nedenle, eskiden “işi, iş yerini, iş arkadaşlarını sevmem gerekmez, ben işime bakarım” tarzında ifade edilen güya “profesyonelce” yaklaşımın pabucu çoktan dama atıldı. İş yerinin psikolojik iklimi hayatın tamamını etkilediği gün gibi ortaya çıktı.
Buna rağmen iş yerlerini cehenneme çevirme gayretleri hiç hız kesmiyor. İşin kötü tarafı, çoğu zaman başlangıçta küçük, önemsenmeyen sorunlar olarak karşımıza çıktığı için durumu çok umursamıyoruz. Fakat o küçük sorunlar damla damla birikerek büyük sorunlara, sellere yol açtığında iş işten geçmiş oluyor.
İş yerini cehenneme çeviren bir çok sorun arasından özellikle iki tanesini çok önemsiyorum:
- Yıldırma (mobbing),
- Kurumsal depresyon.
Yıldırma, iş yerlerinde çok yaygın olarak rastlanan bir davranış biçimi. O kadar yaygın ki, devletler, çalışanları yıldırma davranışına karşı korumak için yasal düzenlemeler yapmak zorunda kalıyorlar.
Yıldırma ya da daha çok bilinen adıyla mobbing, kasıtlı olarak ve istikrarlı biçimde bireye psikolojik şiddet uygulamaktır. Bireyi beceriksiz, geçimsiz, sorunlu birisi gibi göstermek için giderek artan tempoda bunaltan, rahatsız eden davranışlar bütünüdür. Amaç, bireyi gerçekten sorunlu hale getirip iş yerinin dışına itmektir.
Eskilerin “kırk gün deli dersen, deli olur” sözünü ya da psikolojinin “kendini gerçekleştiren kehanet” yaklaşımını haklı çıkarırcasına bir süre sonra bireyin sinir sistemi iflas eder; gerçekten mutsuz, sorunlu, beceriksiz bir insan haline gelir. Sonuçta, iş yeri birey için bir cehennem haline gelir, psikolojik ve fiziksel sağlık mahvolur. En kötüsü de bu duruma göz yumulması, yıldırmanın bir iş yeri kültürü haline gelmesidir.
Yıldırma aynı zamanda kurumsal depresyonu da tetikleyen bir davranış biçimidir. Tıpkı insanlar gibi kurumlar da depresyona girerler. İş yerinde kurumsal depresyonun en yaygın belirtileri;
- Genel bir bıkkınlık ve umutsuzluk havası,
- Olumsuzluklarda yöneticileri ve birbirini suçlama eğilimi,
- İş yerini değersiz görme,
- İş yerinin geleceğine ilişkin motive edici beklentilerin olmaması.
Kurumsal depresyon, iş yerini atalete sürükler, insanlar hiçbir yeniliğe yanaşmazlar. Tipik bir “salla başı al maaşı” anlayışıyla herkes, monoton hale gelmiş işini yapar. “Etliye, sütlüye karışmaz.”
İş yerinde her an gerginleşmeye uygun bir hava vardır. Henüz bu havaya kapılmamış yeni çalışanlar, değişik öneriler getirdiklerinde, “Bu bizde olmaz… Daha önce denedik olmadı… Yönetim istemez…” biçiminde alışıldık tepkiler alırlar. Yani artık o iş yeri için yapacak bir şey yoktur. Ölü toprağı serpilmiştir kurumun üzerine.
Daha da garip olan durum, “ılık suya atılan kurbağa gibi” iş yeri sahipleri ve yöneticileri, bu durumu iş hayatının normal bir seyri gibi algılayarak tepkisiz kalırlar. Kurumsal depresyonun verdiği zararlar ortaya çıktığında ise, birçok şey için iş işten geçmiş olur. Oysa ara ara kendi sağlığımızı yokladığımız gibi (bizim ülkede o da yapılmıyor ya!) iş yerimizin kültürünü ve işleyişini de yoklamalıyız.
Kurumsal depresyon, ölçülebilir bir sorundur. Üstesinden gelinmesi de mümkündür. Yeter ki konuya duyarlı yaklaşılabilsin.