En son ne zaman gerçekten istediğiniz için kalktınız yataktan? Dahası her gün yataktan niye kalkıyorsunuz? Bunun için sizi motive edip güdüleyen ne? Sorumluluklardan, zorunluluklardan bahsetmiyorum; sizi bıraksalar yataktan niye kalkarsınız?
Ne acayip şey şu insan psikolojisi… Herhangi bir olgunun ruh halinizi ve dolayısıyla fiziksel durumunuzu değiştirebilmesi için; başınıza, hatta sadece aklınıza bile gelmesi yeterli. Adrenalin, seratonin vb. hormonlar, fiziksel, zihinsel ve ruhsal bütünün çalışma mekanizması hayranlık uyandırıcı bir yapıda. Durup düşününce ne de çok değişken var…
Mevsim geçişleri; alıştığımız bir şeyden kopartıldığımızda, çevresel faktörler değişim gösterdiğinde ne de çabuk etkileniyoruz. Yazın plajda güneşlenip denize girdiğinizi düşünün, hemen ardından da yağmurlu bir sonbahar günü pencere önünde kahvenizi yudumladığınızdaki melankolizmi… Yaşattığı duygu durum değişikliğinin tadına bakın. (Unutmadan, Ağustos böceği ve karıncanın hikayesini bilirsiniz ama Sunay Akın’dan dinlemediyseniz gerçekten biliyor sayılmazsınız.*)
İçsel, çevresel faktörler vb. bir çok etmen sonucunda gün geçtikçe yeniden şekillenen şartlara uyum göstererek dengeyi sağlamak zor zanaat. Darwin de ‘evrim teorisi’nde aslında tam olarak güçlü olanın değil, çevreye uyum sağlama yeteneği olanın kalıcılığına dem vurmaktadır. Bir çok kavramın göreceli olduğu sosyal ilişkilerde bunu sağlamak ise ayrı bir uzmanlık alanı. İşte bu noktada da Kolay Gele* isimli yazımdaki mevzular gündeme geliyor. İnsanoğlu sosyal bir varlık ve tek başına yapamaz! Bu yüzden mutlu olmak için dengeyi gözetmek zorundayız.
Bir çok insan emekliliğin hayalini kurarak yaşar ama emekli olduğunda boşluğa düşüp bunalıma girer, üstelik o her gün şikayet ettiği işine dönmek ister. İşsiz kesim bu duyguyla daha erken tanışıyor diyebiliriz. Değişikliğe ayak uydurmak gibi boş durmak da gerçekten zor. Dediğim gibi;
“Bazı insanları ancak çalışmak dinlendirir.”
Başa dönelim; ben niye uyanıyorum, yeni günden ne bekliyorum? Bunu ne zaman düşünsem aklıma Kadir Çöpdemir’in geçtiğimiz yıllarda haber kanallarından birisinde Kurban Bayramı dolayısıyla yaptığı röportaj gelmekte. Kadir Çöpdemir mikrofonu kurbanlık deveye uzatıp (evet deveye:)
- K.Ç.: Sizinkisi de hayat mı, doğ, büyü, sonra kesip yesinler.
- Deve: Ne yapalım ağabey, kaderimizde bu var, hem boşuna değil, hayra vesile oluyoruz.
- K.Ç.: Peki ya bu sene satılıp kesilmezsen ne yapacaksın?
- Deve: Fransa’ya dil eğitimine gitmeyi düşünüyorum.
- K.Ç.: Nasıl yani? E, bu sene olmasa seneye bayramda satılıp kesileceksin…
- Deve: Ne yani ağabey, öleceğiz diye kendimizi geliştirmeyelim mi?
Öyle ya, öleceğiz diye kendimizi geliştirmeyelim mi?
* Sunay Akın’ın bir ‘kış kış’ masalı‘nı okumak için buraya,
* ED’nin 9. sayısında yer alan Kolay Gele isimli yazımı okumak için buraya tıklayabilirsiniz.
Not: Ernie J. Zelinski’e ait Çalışma(ma)’nın Keyfi isimli kitabı okumanızı tavsiye ederim.