Gözlerimi açtığımda saat 5’ti. Az uymama rağmen uykuya doymuştum ve kendimi enerji dolu hissediyordum. Çoktan ateşi yakmıştı annem, odun kokusu taze havada mis gibi içime doluyordu. Farklı türden, kalabalık kuş sesleri geliyordu. Balkona çıktığımda taptaze ıslak bir hava yüzüme çarptı. Havada ıhlamur kokusu vardı. Etrafta arılar uçuşuyordu. Derenin şırıltısı kulağımda, karşımda denizin en güzel mavisi duruyordu. Doğa konuşuyordu. Toprak kokusu bir yandan. Karşımda dağlar, çise dolu yapraklar; burası cennet olmalıydı.
Bu güzellikler karşısında gözlerim dolmuştu. Ne de çok özlemiştim. İstanbul güzeldi evet ama burası başka bir dünyaydı. İstanbul’daki yaşamımı düşündüm; gri beton duvarları, trafiği, kalabalığı, mağazaları… Nasıl yapabiliyordum orada? Hepsi olmasa da güven duygusunu yitirmiş, sahteleşmiş, yaşadıklarıyla acımasızlaşmış insanlar doludur çevremizde. Tekrar tekrar soruyordum içimden “ben nasıl o düzen içinde yaşayabiliyorum” diye. Burada yaşayan insanlar, doğası kadar doğallar, gerçekler, hala birbirlerine güveniyorlar. Yolda hiç tanımadığın biri seninle rahatlıkla konuşabilir, gerekli gereksiz sorular sorarlar bu çok normaldir. Altında farklı bir neden aramazsın.
Bahsettiğim şehir Rize. İnsanlar yetiştirdiklerini yiyorlar. Sabahın erken saatlerinde insanların çoğu dışarıda, hepsinin bir uğraşı vardır. Biri ot toplar ineği için, biri tüfeği sırtlamış dağa çıkar av için, biri bahçesinden sebze toplar yapacağı yemek için…
Ben işte böyle bir toplumun parçası olarak İstanbul’da büyüdüm. Rize’de bulunduğum üçer aylık yaz dönemleri içinde onlardan biri olurdum. Ağaçlara çıkar çeşit çeşit meyve yerdik. Büyüklerimiz uğraşıp salıncak yapardı. İp gerilirdi, voleybol oynardık. Kamyon arkasına doluşup şarkı söyler, denize inerdik. Yabani çilek, böğürtlen toplardık sahipsiz yollardan… Dere kenarı piknikleri, toplu olarak gidilen Ayder Yaylası, Uzungöl gezileri; ne çok eğlenirdik. Bir de muzip ninelerimizin akşamları gerçek diye anlattıkları korku dolu hikayeler. Sonra çocukken yaptıklarını anlattıklarında asıl onlar ne çok eğlenmiş derdik. Hareketli, şakacı ve eğlenceli insan doludur memleketim.
Eskiden İstanbul’a döndüğümde herkese gözlerim parlayarak Rizemi anlatırdım. Yüzdüğüm en güzel deniz, gördüğüm en müthiş doğa olduğundan bahsederdim. Arkadaşlarım da “Gördüğün kadarını bilirsin” der kendi memleketlerini anlatır, “Ege’yi gördün mü, Akdeniz’i gördün mü” diye başlar il il devam ederlerdi sorularına. Haklılardı bir yerde, yeterince yanıt veremiyordum. Ama şimdi Türkiye’nin bir çok şehrini, bölgesini gezdim, tattım. Değişmedi, hala diyorum; benim için en güzel deniz Karadeniz, en güzel doğa Karadeniz’de diye… Her yerin tadı kendine has güzel ama objektif yaklaşarak diyorum, Karadeniz bambaşka!
Baharın gelmesi, ailemin Rize’ye gidişiyle memleketime özlemimin arttığı bir dönemdeyim. Fırsatınız varsa eğer Karadeniz’e gitme planları kurun hemen; bir kez gittiniz mi her sabah kahvaltıda çayınızı yudumlerken burnunuzda tütecek.