Tarihsel bir süreçte toplumların hayatlarını incelediğimizde görüyoruz ki, herhangi bir toplumda tasavvufi bir hayat anlayışı veya batılı toplumların hümanizm dediği insana verilen değer ölçüsü ön planda tutuluyorsa, o toplumlar daima yükselmiş, kişileri mutlu, huzurlu ve sevgi dolu insanlar olarak; hep hoşgörülü, saygılı, tevazu ve erdemlik hasletleri onları kuşatmıştır. Özellikle ahlak ve edep (kişinin manen yükselmesi) o toplumu hep üst seviyelere çıkarmıştır. Bu anlayış kişinin kendi yaradılışını tanıması yüce yaradanın bu mükemmeliyetinin meydana çıkmasında önemli bir etken oluşu, hayranlık ve aşk duygusunun aslında insana yansıması ve gönül aynasının tüm paslardan ve kirlerden arınmış olması o insanı gerçek olarak üstün kılar.
Kişi kendini bilirse Allah’ını bilir anlayışı tasavvufi düşüncenin temelini oluşturur. Bir insan Allah’ın emirlerini yerine getirmekle sorumludur. Bu onun Allah’a olan inancının dik çizgisidir. Fakat bir de, kendi varlığının hiçliğini idrak edip yüce yaradanın potasında erimesi tasavvufi hayatın başlamasına sebebiyet verir. Kişiler bu inançlarına paralel olarak diğer kişilerle toplum içindeki yaşayış biçimlerinde bir de yatay çizgi çizmek zorundadırlar. İşte bu yatay çizgi mümkün mertebe uzun olması ve daima kök salarak büyümesi tasavvufi yaşam biçimi olarak biz insanları daima içine alarak kuşatır.
Hz. Mevlana’nın Mesnevi Şerif’inde bahsettiği bir kişinin kendi varlığını ifade edebilmesi ancak karşısındaki kişinin ona olan bir nevi ayna olabilmesi, yani o kişinin hakkında oluşan kanaatini doğrultusunda mümkündür. Bu şu demektir; bir kişinin kendini anlatması veya ifade edebilmesi bir bakıma önemli değil, o kişinin diğer insanlar tarafından anlatılıyor veya anlaşılıyor olmasıdır önemli olan. Mesnevide bir misalle olayı biraz daha açmak gerekirse; Mevlana Hz.’nin anlattığı olay bizi gerçekten nasıl yaşamamız gerektiğine çarpıcı bir misaldir.
Kışın tüm tabiat ölmüş bir vaziyetteyken toprakta bir çok bitki kökleri görürüz. Bu bitkiler devedikeni, ısırgan otu ve onun yanında gül fidanı, ıtırlı güzel ve hoş kokusu olan bitkiler olsun. Hepsi bir arada bulunurlar. Fakat bahar geldiğinde tüm canlılığı ile gül açar, ıtırlı bitkiler hoş kokular saçar ve inanılmaz bir güzellik meydana çıkar. O bitkilerin yanında duran devedikeni ve ısırgan otunda herhangi bir değişiklik olmaz. Mana derinliğine inersek bizler her gördüğümüz insanı ilk bakışta fark etmeyebiliriz. Yani insanlar görüldüğü gibi değillerdir. Baharı yaşayan bir insanla, ölü yani sevgisiz, şuursuz yaşayan bir insan birbirinden çok farklıdır. Devedikenine sorsan baharı asla istemez, kötü karakterli insanlar da gündüz veya aydınlıkta dolaşmak istemez. Çünkü onlar gece karanlığı gibi karamsar ve kötü insanlardır. İnançsız insanlar da ahiret hayatını istemez. Zan ve şüphe ile yaşamak olası bir mutlak son onları daima ölüm korkusu içinde yaşatır.
İşte bizler de bu baharda çiçek açabilmemiz ve etrafa hoş kokular salabilmemiz için var olan benliğimizi, bizi diğer insanlardan ayıracak olan baharın gelmesi ile mümkündür. Bu nasıl olabilir diye sorguladığımızda Yüce Peygamberimizin hayatını incelememiz, onun nasıl bir yüksek ahlak üzere olduğunu bilmemiz gerekir. Kuran-ı Kerim’de anlatıldığı gibi Allah onun için “Sen yüksek bir ahlak üzerine yaratıldın.” diye hitap etmiş ve “Eğer sen yüksek ahlak üzerine olmasaydın, İslam dinini sevdiremez ve tebliğ edemezdin, ayrıca İslam dinine insanları ısındıramazdın.” demiştir. Bu sözlere muhatap olan Efendimizin bu temel davranış biçimi ile yaşaması bizlere son derece iyi bir örnektir. Ayrıca Allah’ın dostlarını dost edinmemiz ve onların yardımı ile doğru yola sevkimiz, güzel bir hayat yaşamayı canı gönülden istememiz bize baharın gelmesini sağlar.
Demek ki bir hayat boyunca bize biçilen en önemli sınav, yüksek ahlak üzere olabilmek, yani Mesnevi’de çok bahsedilen ‘insan-ı kamil’ olabilmektir. İnsanlarla olan ilişkilerimizde dost canlısı, arkadaş canlısı yaşamanın bizi ve çevremizi mutlu kılacağı şüphesizdir.
Samimi ve içtenlikle bu hayat tarzını arzu edip istememiz bize hiç ummadığımız bir zamanda kim bilir ne kapılar açar. Kul ister; Allah onu, o isteği üzerine sevk eder. Buradaki niyet çok önemli olup, kişinin gerçekten aşk ile istemesi, onu herkesin hayran olduğu güzel bir hayat ve saygın bir yaşam tarzına sevk edecektir. Rabbim bizlere temiz ve güzel ahlaklı insanlarla yaşamayı nasip etsin.