‘Ne iş yapıyorsun?’
‘İzleyiciyim.’
‘Neyi izliyorsun?’
‘Doğayı.’
‘Neden doğayı izliyorsun.’
‘Çünkü seviyorum.’
‘Saçma! Doğayı izliyormuş. Neyse sonra devam edeceğiz.’ Komutan arkasını dönüp çıktı.
Beni tuttukları yer dikdörtgen şeklinde, muhtemelen üç metre yükseklikte bir yerdi. Odanın kısık yanan bir lambası vardı ama tavana yakın olan demir parmaklıklardan gündüzün ışığı içeriye yansıyordu. Uzun bir masa, üç tane eski sandalye ve bir tabure vardı. Bir de üzeri paslanmış yeşil bir kapı.