Kış mevsimini, oldum olası sevememişimdir. Kasvetli ve karanlık gelir bana. Kara kara bulutlar, şehirleri esir alır. Geceler, gündüzden zaman çalıp daha bir erken bastırır. Gündüzün de zaten eski tadı yoktur. Güneş’in yüzünü doya doya göremeyiz. Kısa günlerin gölgesinde, günümüzü geçiririz. Belki de bu sebeptendir ki, kış ayları insanı daha çabuk depresyona sokar. Daha kendini bıkkın ve yorgun hissettirir.
Yapılan araştırmalara göre, kış aylarında insanlar depresyona daha çabuk giriyorlarmış. Bunun tıpta ki adı da “mevsimsel depresyon”muş. Hatta bilim adamları kışın doğan bebeklerin, ileride depresyona daha meyilli olacağını bile saptamış. Kendimi düşündüğüm zaman, bilim adamları pek de yanılmamış gibi geliyor. Çünkü bende bir ilkbahar çocuğuyum. Güneşli günlerde kendini iyi hisseden; bulutlu havalarda ise enerjisini kaybeden bir ilkbahar çocuğu…
Bu yüzden, kışın bunaldığım anlarda yaptığım bir terapi vardır. Her nerdeysem, gözlerimi kapatıp arkama yaslanırım. Kendimi parlak güneşin altında, şezlonguma uzanmış olarak hayal ederim. Önümde deniz ve ayağımın altında uzanan sonsuz bir kumsal ile… Düşünsenize; bomboş bir sahilde, şezlongunuza uzanmışsınız. Hafif hafif gelen dalga seslerini dinliyorsunuz. Güneş içinizi ısıtıyor ama sıcağı bunaltmıyor. Sonra denize yürüyorsunuz. Yürürken ayağınızdaki kumları bile hissedebiliyorsunuz. Sonunda ise kendinizi denizin ılık suyuna bırakıyorsunuz. Sizce de muhteşem değil mi?
Gözünüzü açtığınızda, yaşamınıza kaldığınız yerden devam edeceksiniz. Tabi, daha rahatlamış olarak… Asıl önemli olan şudur ki; yaşadığımız sıkıntıların geçeceğine ve yazın yeniden hayatımıza gelebileceğine inanmaktır. Yaz güneşini, mutluluklarımızla bağdaştırabilmektir. Unutmayın ki; içinizdeki güneş parıldadığı sürece, yağan yağmurlar bile renk kazanır. Yeter ki siz, içinizdeki yazı kaybetmeyin.
Herkese bol güneşli, mutlu günler…