Her akşam evimize giderken geçtiğim ağaçlık yolda, geçimini çöp toplayarak sağlıyan bisikletli birine yaklaşıyorum. Zaman kötü diye düşünüyor ve hızlıca yanından geçerken bu insanı süzüyorum. Ama o geçen 3-5 saniye bana hayatta unutamayacağım anlardan birini daha yaşatıyor.
Üzerinde eskimiş olmasına rağmen temiz olduğu anlaşılan bir takım elbise, kafasında kısa bir fesi olan yaşlı bir amca. Bizler gecenin soğuğundan yakınıp evimize doğru giderken, o amca utandığı için gecenin sessizliğe bürünmesini bekliyerek, evine ekmek ve birkaç parça erzak götürmek için çöpleri topluyor, sonra da torbaların içine koyduğu çöpleri bisikletinin kenarlarına yerleştiriyordu. Kafası eğitikti, ben yanından geçerken. Yutkundum içimden sesli söylemek geldi dışarı çıkamadı, fısıldamakla kaldım.
“Amcacım, sen ne kadar hakikatli bir insansın. Allah sana uzun ömür versin, yardımcınız olsun. Umarım rahata kavuşursunuz. Senin bayramlarda ellerini öptüğümüz büyüklerimizden hiçbir farkın yok. Dürüst olmak gerekirse, bu ülkede yaşadığın bazı şeyleri dünyanın her yerinde görmek pek de mümkün değil.”
Ah keşke, düşündüklerimizi gerçekleştirebilme öz güvenli bir toplum olabiseydik. Bir de sahip olduğumuz hayatın farkındalık seviyesi.
Bakın otobüslerdeki “lüften cep telefonunuzu kapatınız” ikazını artık kim dikkate alıyor? O zorlu askerlik görevimden sonra evime ulaşmam için son bir kaç saat var belki de önümde. Otobüs değil uçaktaki sıfat yakıştıramadığım bir insan, tüm uyarılara rağmen uçak iniş sırasındayken telefonla konuşuyor, meğerse telefonunu bile kapamamış. Ben de dahil, insanlarımız ise duyarsızlaşmış ya da bu insanlarla artık uğraşamayacağını kabullenmiş.
İş başa gelince gaza gelip, normal zamanlarda yapamadığımız özverileri sergiliyoruz; savaşalım diyoruz, sloganlar atıp, her yeri bayraklarla süslüyoruz.
Bu millet bilincinin yeniden tazelendiği günler, benim Güneydoğu’dan döndüğüm, Dağlıca’daki hain saldırının gerçekleştiği, silah arkadaşımız Mehmet Bozkuş’un diğer askerlerle şehit düştüğü günlere denk geliyor.
Tanıdıklarım bana oraları soruyorlar, yaşananları, sorunun asıl nedenlerini ve halkımızdaki bu hareketlenmeyi nasıl karşıladığımı? Ya da bir başka ifadeyle vatan için slogan atmak mı yoksa onları yaşamak mı diye?
Tabi ki milli bilincin varlığını görmek çok güzel diyorum. Ama yaşamak, orada bulunmak çok farklı. Bulunmakla, hayatını vermek, ortaya koymak benim anlayacağımdan da öte bir şey. Önemli olan bu bilinçten sonra atılacak olan adımlar. Kaç kişinin ertesi gün bu bilinçle elini taşın altına attığı, sevdiklerine, hayatına değer verdiği, dürüst olmak adına ant içtiği, çocuğu askere gideceği zaman torpil aramak yerine, içindeki hüzne rağmen onu kınalı bir kuzu gibi vatanının namusunu korumaya gönderdiği. Yalnışlıklardan uzaklaştığı, birlik olup projeler ürettiği, ekonomik yatırımlarda bulunduğu, telefonunu gerektiği yerlerde başka insanların hayatlarına zarar vermeye hakkım yok diyerek kapadığı, aynı şekilde trafikte araba kullanırken de bu bilinçte olduğu, daha iyi bir birey ve aile ferdi olmak için çabaladığı, öğretmenliğin her şeyden kutsal bir meslek olduğunu fark ettiği? Yolda gördüğü fakir ya da yardıma muhtaç birine yardım ettiği? Herkesin sana daha fazlasını tüketmen için ısrar ettiği bir dönemde, daha azıyla yetinip mutlu ve huzurlu olabileceğinin, okumadan cahilliğimizi yenemeyeceğimizin farkında olması?
Bunlar sadece aklıma ilk anda gelen sorular. İşte bu gibi soruları yanıtlayabiliyor ve bazı şeyleri küçük de olsa değiştirebiliyorsanız ya da değişmesine katkıda bulunabiliyorsanız, gönlünüz rahat olabilir.
Siz o zaman bu vatan için bir şeyler yapmış olursunuz, şehitlerimiz yattıkları yerde rahat, gazilerimiz onurlu ve yarınlarımız daha barışçıl ve mutluluk dolu olabilir.
Sevgiyle kalın,
Bora Eke
(Buca, İzmir, Türkiye – 09.11.2007)
Not: Askerlik görevimi tamamladıktan sonra yazdığım ilk yazı.