[Editörün Notu: Yazının ilk bölümü olan Amir Mümtaz ve Onun Absürt Macerası ‘1 isimli paylaşımı okumak için buraya tıklayabilirsiniz.]
Amir Mümtaz Olay Yeri İnceleme ekibine bir şey çıkarsa muhakkak önce kendisine haber verilmesi konusunda emir verdi. Evin kapısından çıkıp, apartmanın merdivenlerinden inerken Mümtaz Komiser,
‘Kamera falan yok mu burada lan?’ diye sordu.
‘Yok amirim ilk aklıma gelen oydu zaten.’ diye cevap verdi çaylak Onur.
‘Mobeselere falanda baktır koçum. Ben eve gidip yengenin gönlünü almaya bakayım.’ dedi amir Mümtaz
‘Hala küs müsünüz amirim?’ diye sordu çaylak.
‘Sorma. Ne sen sor ne ben söyleyeyim.’ diye cevap verdi Mümtaz.
‘Ben bırakayım sizi Amirim.’
‘Olur koçum.’ dedi Amir Mümtaz.
Bizim çaylak, amirini cehennem azabı olan evine bıraktıktan sonra gidip bir yerde iki bira içmeyi düşündü. Mesaisinin bitmesine iki saat kalsa da gidip alkol almasının olayı aydınlatmada ona yardımcı olacağını düşünüyordu. Alkol irade sorunu olanlar için daha sonradan bağımlılık yaratsa da düzenli ve ufak dozda alındığında yararlı olacağını bilen Onur arabasını Alsancak Bornova Sokağı’nda her zaman park ettiği yere koydu. Hemen arabadan çıkmadı. Biraz oturup düşündü. Aklına sürekli izlediği filmler, okuduğu kitaplar geliyordu. Normal şartlarda kimse bir seri katilin, hele hele zeki bir seri katilin Türkiye’de ortaya çıkacağı fikrine sıcak bakmazdı. Bu durum, açıkçası kültürel mirasın bir sonucu olarak doğması imkansız bir şeydi. Çaylak aklına en büyük seri katilin doğa ana olduğunu getirdi ve buradan yola çıkarak müthiş felsefi imgeler oluşturdu. Maktulün sırtında beliren harflerin başka türlü bir açıklaması olamazdı düşüncesiyle arabadan indi.
O sırada Amir Mümtaz’ın girdiği cehennem azabı hanede alınmayan pirinçten ötürü dillere destan bağrışmalara sahne olan bir kavga yaşanıyordu. Avize hanım evde kalan iki bardak pirinci de Mümtaz’ın suratına fırlatınca kavga iyice şiddetlenmişti. Neyse ki sizi ana kahramanımız Amir Mümtaz’ın bu hadisesiyle sıkmadan, yakışıklı çaylak kahramanımız Onur’a geri dönüyorum.
Yakışıklı Çaylak kahramanımız Onur Bornova Sokağı’ndan geçerken, oğlandan dönme uzun saçlı, dolgun memeli travestilerin tezahürat ve ıslıkları eşliğinde İzmir’in meşhur Kıbrıs Şehitleri Caddesi’ne vardı. Çok geçmeden bir yalakalık tezahüratı da Onur’un polis olduğunu bilen esnaftan geldi. Barlar sokağına vardığında her zaman oturduğu bir bara girdi. İçeride neredeyse çıplak olan bir kadının tüm duvara yayılmış posterine bakarak iç geçirdi. Neyse ki posterle fazla haşır neşir olmadan hem mekanın barmeni, hem de Onur’un sıkı fıkı arkadaşı olan Arda’nın bir ıslığıyla bara doğru yöneldi. Arda, en yakın arkadaşının ıslığına doğru attığı düşünceli bakışı anlayınca,
‘Birileri olay peşinde anlaşılan!’ diye bağırdı.
‘Aynen öyle kardeşim.’ diye karşılık verdi Onur.
‘Bugün bir Japon’u öldürmüşler diye duydum kardeşim. Doğru mu?’ diye sordu Arda.
‘NERDE OKUDUN?’ diye karşılık verdi Onur.
‘Nerede okuyacağım, Yeni Asır’ın sitesinde okudum.’ derken elindeki votka şişesinden bir kadeh doldurdu.
‘Aynen kardeşim. Yalnız ben bira istiyorum. Votka ağır gelir.’ dedi.
‘Görevde olduğunu biliyorum. Kokmasın.’
‘İyi bakalım duble olsun o halde.’ dedi Onur. Arda kadehe döktüğü sıvıyı iki katına çıkardı ve,
‘Aydınlatılabileceğin bir vaka mı diyeceğim ama Mümtaz ağabey olduğu sürece o iş zor.’ dedi.
‘Boş ver Mümtazı, olay daha önce işlenen cinayetlere benzemiyor. Lisedeyken şifreler konusunda konuştuklarımızı hatırlıyor musun?’ diye sordu. Arda elindeki tüm işi bıraktı ve kendine bir sandalye çekip Onur’un karşısına oturdu.
‘Ne diyorsun, emin misin, şifre mi var?’ diye sordu.
‘Evet.’ diye karşılık verdi Onur. Arda iyice iştahlanmıştı.
****
Avize hanım elindeki su bardağını duvara fırlatarak,
‘Allahın belası kısır herif! Senin yüzünden bir çocuğum bile olmadı.’ dedi. Amir Mümtaz iyice sinirlenmişti.
‘Aman iyi ki de kısırım. Allah korusun sana benzerdi de doğacak veledi ellerimle boğardım.’ diye karşılık verdi. Avize hanım ağlamaya başladı. Mümtaz hiç oralı olmadı. Tamı tamına yirmi yıldır tanıdığı bu fiskosçu kadının timsah gözyaşları dökmesini de biliyordu haliyle. Avize hanım ağlayarak odasına çekildiğinde televizyonun kumandasını alan Mümtaz, baba yadigârı tek kişilik koltuğa oturup yıllardır değişmeyen yayın akışını izlemeye başladı. Birkaç kanaldan sonra haber kanallarına varınca badem bıyıklı bir adamın sürekli olarak duble yollardan bahsettiği konuşmasına daldı. Badem bıyıklı uzun adamın konuşması bitince, iktidara yakınlığıyla bilinen bir TV kanalında, her ne kadar da programın adı ‘Tarafsız’ olsa da altı adamın konuştuklarının sürekli olarak iktidara yöneltilen eleştirileri örtbas etmeye çalıştıklarını duyarken uykuya daldı. Çok geçmeden rüyalar aleminde kendini bulan Mümtaz, elinde bir kokteyl kadehiyle Filipinler’de emekliliğin tadını çıkardığını gördü.
Bizim bu çaylak Onur ikinci duble votkasını yudumladıktan sonra hafif çakır olan zihniyle öyle bir hayal alemine daldı ki, daha önce ne siz ne de ben naçizane yazarınız böyle bir hayal aleminde buldum kendimi. Neredeyse en yakın arkadaşı olan Arda üçüncü duble votkasını bizim çaylak Onur’un önüne koydu. Onur votkayı tek yudumda bitirip parasını ödemeye çalıştıysa da Arda müsaade etmeden Onur’u kapıya kadar geçirdi.
‘Beni haberdar et.’ dedi ve işine döndü.
Çaylak yoluna devam ederken, arabasına doğru değil de, Gündoğdu Meydanı yönüne doğru yürüyerek, çakır kafasını açacağı düşüncesiyle ilerledi. Çok geçmeden, Simit Sarayı’nın tam karşısına denk gelen, daha önceden İletişim olan ve daha sonra adı Kitapsan olan mağazanın vitrininin önünde kendini buldu. Hiçbir zaman çok satanlar listesinde iyi edebiyat bulacağına inanmayan bu kahramanımız o gün nedense belki de bin yıldır süren popüler kültürün esiri olacağı düşüncesine kavuştu. Size kahramanımızın gözünden vitrinde çok satan kitapların isimlerini açıklamayacağım lakin, gözüne ilişen ve tam da o konuya nazır olan bir kitabın ismini de paylaşmaktan geri kalmayacağım. ‘Şifreler’ evet kitabın ismi buydu. NTV Yayınları’ndan çıkan bu kitabı gördüğünde, bizim çaylak Onur’un çakır kafası o kitaba yöneldi ve içeriye girdi. Kasada kitabın dillere destan hak etmediği ücretini ödedikten sonra Kitapsan Mağazasından ayrıldı ve Can Yücel Sokağı’ndan içeriye girdi. Biraz ilerledikten sonra Can Yücel Duvarında o güzel, o harika şiiri okuyup iç geçirdikten sonra gönlümüze taht kurmuş Kordon’a doğru ilerledi. Sokağın bitişiğinden sağa döndükten sonra tuvalet ihtiyacını gidermek için kullandığı tekel bayi’de hem tuvalet ihtiyacını giderdi hem de iki bira alıp parasını ödedikten sonra Kordon’un çimlerine kendini attı.
Ha bu arada bizim Amir Mümtaz o rezil rüyasından uyandığında o şirret, .rospu karısı elinde terlikle tam karşısında belirmişti. O ne garip, enteresan bir kadındı o!
‘Telefonun susmak bilmiyor senin gibi.’ diye bağırınca Amir Mümtaz yerinden fırladı. Telefonunun yeşil düğmesine basıp da ahizenin karşısında Çaylak Onur’u bulunca biraz içi rahatlamıştı.
‘Amirim, şifreyi çözdüm. Şimdi sizi almaya geliyorum.’ dedi bizim çaylak Onur.
‘Tamam koçum gel al beni.’ diye bağırdı ahizeye biçare Amir Mümtaz.
Çok geçmeden, çaylak Onur kapıda belirmişti. Bizim bu Amir Mümtaz kapıdan çıkarken şirret kadın arkadan bağırdı.
‘Mümtaz çay bitti. Gelirken bir litre süt ve çay al. İngilizler öyle yapıyormuş çay ve sütü karıştırıyorlarmış. Onu deneyeceğim.’
Amir Mümtaz içinden ‘hay senin İngiliz’ine de sana da’ diye geçirdi ve kapıya yanaşan çaylak Onur’un muhafaza ettiği araca bindi.
Devam Edecek…
[Editörün Notu: Yazının üçüncü bölümü olan Amir Mümtaz ve Onun Absürt Macerası ‘3 isimli paylaşımı okumak için buraya tıklayabilirsiniz.]