Yine bir hastane macerası daha… Nasip bu bayramı da burada geçirmekmiş. İlgi alanlarımın başında teknoloji, ekonomi, tıp ve psikoloji geliyor oluşunun yanısıra, küçüklükten beri pek içli dışlı olmuşumdur sağlık sektörüyle. Hani sürekli hastalanıp ilaç kullanıp iğne olmaya alışkın çocuklar vardır ya, ben onların bir üst versiyonuyum…
Okula başladığımda aşıdan kaçıp ortalığı velveleye veren çocukları görünce çok şaşırmıştım. Gerçi bu durum -daha önce de bir yazımda dile getirdiğim üzere- çocuklarımızı hep iğneci teyzelerle korkutma kültürümüzün bir parçasıydı aslında.
Kumdan kaleler yapma hikayesini bilir misin? Hani sahilde iki küçük çocuk vardır; birlikte çalışıp didinip kendilerine kale inşaa ederler. Sonra bir dalga gelir ve yıkar yaptıkları kaleyi. Ağlayacaklar diye beklersiniz de el ele tutuşup biraz daha ileride yeniden başlarlar yeni bir kale inşaa etmeye. Denizyıldızı hikayesinde de benzer bir tema, Paulo Coelho’nun Simyacı’sında da.
Dönem dönem yazmakta o kadar zorlanıyorum ki… Nedeni de nereden başlayacağım ya da nasıl bitireceğim de değil halbuki. “Kusura bakma mektubum uzun oldu, kısasını yazmaya vaktim olmadı.” demiş ya hani düşünür.(1)