Bodrum’dan Yatağan-Çine yoluna çıkıyoruz. 25 km sonra Çine’ye varıyoruz. ALABANDA sola işaretini görünce sapıyor ve 9 km daha gidiyoruz. İşte düzlükte orta yerde Alabanda bizi bekliyor. Eski adı Araphisar (ALLAPHİSAR) yeni adı Doğanyurt olan bu yerleşim merkezinde Alabanda’nın M.Ö 4.yy’da kurulduğu tahmin ediliyormuş. Zafer atı (Ala: At; Banda: Zafer) anlamına geldiğini söyleyenler de var; “yılkı atı” anlamına geldiğini söyleyenler de. (Yılkı Atı deyince Abbas Sayar’a edebiyatımıza böylesine muhteşem bir kitap armağan ettiği için bir selam ve sevgi göndermeliyim, diye düşündüm.)
Arabayı bir ağacın altına park ediyoruz. Bilgilendirici levhaları okumaya başlıyoruz. Bize şu an en yakın yer oda mezarlar. Sol tarafa yönelip oda mezarları buluyoruz. Sıra sıra bir zamanlar birilerinin yattığı mezarlara bakıyoruz. Hüzün sarıyor her yerimizi. Onlar da bu dünya için mücadele etmişlerdi. Hiç ölmeyeceklerini düşünmüşlerdi. Şimdi ise gömüldükleri yer karşımızda; ama onlardan bir kemik bile yok.
Alabanda öylesine zengin bir yermiş ki safahat ve şatafat içinde yaşarlarmış. Buna bağlı olarak da entelektüel yapısı oluşmuş. Felsefe, mimarlık, hatiplik konularında uzmanlar yetiştirmiş. Hatta Çiçero’nun hocasının buradan olduğu söyleniyor. Bu konuyu Heredothe, Strabon ve Vitruvius da böyle dillendiriyor. Hatta Strabon, Alabanda kızlarının arp çaldığını bile anlatıyor. (Geographika)
Etrafı incelerken görevli yanımıza yaklaşıyor. Ben hemen müze kartımı hazır ediyorum. O ise elini uzatıp “merhaba” diyor. “Ben Serkan.” Tanışıyoruz, mesleklerimizi söylüyoruz. Bir Karya gezi yazısı hazırladığımızı belirtiyoruz. Yüzü güleç: “İsterseniz size mihmandarlık ederim.” diyor. Çok memnun kalacağımızı söylüyoruz. “Sizi önce Bouleterium’a ve Agora’ya götüreyim”, diyor. Serkan, Nazan, ben dökülüyoruz yollara. Yolda bu işten keyif alıp almadığını soruyoruz. Yüzüne kocaman bir gülümseme oturuveriyor: “Ben bunun eğitimini almadım; hatta burada çalışmaya başlamadan önce buralarda oturmama rağmen gelmemiştim bile. Ama zaman içinde gelen gidenden ve hocalardan bir şeyler öğrendim. Öğrendikçe sevdim. Hatta şimdi öğretmenler neden buraya gezi düzenlemiyor diye düşünmeye bile başladım.” Serkan’a hak veriyoruz. Kendi topraklarımızda yeşermiş medeniyetleri çocuklar tanımalı, tanımalı ki bilinçle birlikte sahip çıkma da başlasın.
Yolumuz kısa; ama ben bu kısa anda bile Alabanda’nın tarihi üzerinde durmak istiyorum. Alabanda, M.Ö. 1400’lerde Arzama beyliğine bağlı imiş. Ve Luvi dilindeki adı Waliwanda imiş. 480’den itibaren Pers hegamonyasında olduğunu görüyoruz. M.Ö 3.yy’da bir Karya kenti artık. Ve bu yüzyılda altın para basma yetkisine sahip tek kent. Çok ilginç bir yazılı belge var bu dönemle ilgili. Yunanistan’da Delphoi’de bulunan bir yazıtta; Suriye Kralı III. Antiokhos, Makedon Kralı’ndan buraya dokunulmamasını istemiş. Çünkü Apollon ve Zeus tapınaklarının korunması gerektiğini düşünüyormuş. Roma döneminde ise başkent olma görevini üstlenmiş. Tralles, Miletos, Priene ve Nysa Alabanda’ya bağlanmış.
Agora’ya geliyoruz. Demirden bir kapı açıyor Serkan. Geçiyoruz ve agora. Hiçbir çalışma yapılmamış agora, çalışma yapılsa muhteşem olacak gibi görünüyor. Agorayı geçip Bouleterium’a geliyoruz. 75×110 büyüklüğünde dikdörtgen plana sahip. Bazı duvarları sağlam. Duvarlardaki taşlar üzerinde harfler var. Bu taşı buraya koyan usta kendi adının baş harfini de kazırmış. Ölümsüzlüğü yakalamak için belki de. Başarmış gibi de görünüyor. (Ölümsüzlüğü arayan dünyanın ilk destanı Gılgamış geldi aklıma.) Bouleterioum’un içine giriyoruz. Siyaset ve siyasetteki erkek egemenliği beni bu alandan hep uzak tutmuştur. Yine kadınlar adına ve kadınlara sormadan kararlar alan bir avuç erkek geldi gözümün önüne. Bir an önce çıkmak istedim oradan. Bunu Serkan’a söyleyince hafifçe gülümsedi. Dışa bakan duvarda kare oyuklar vardı. Bunların içine kandillerin koyulduğunu düşünmüştüm; ama Serkan hocalarından duyduğu bilgiyi aktardı. Buradan büyük ihtimal Bouleterium’a bir yürüyüş yolu varmış. Ve o kare oyuklara kalas gibi şeyler yerleştirilerek üstü kapatılmış.
Bouleterium’da bol bol fotoğraf çektikten sonra arabaya binip yukarıya çıkıyoruz. Tiyatro binasının önündeyiz. 6200 kişilik olduğu düşünülen tiyatronun caveaları yerinde değil. Roma döneminde götürülüp eritilmiş ve başka alanda kullanılmış. 30 derece eğimli tiyatronun orkestra yarıçapı 45 ayak. Bu yarıçaptan yola çıkarak yüksekliğin 59,4 ayak olduğu düşünülüyor. Tiyatronun birinci ve ikinci kademesi de 19 sıralı. Birinci kademede 6, ikinci kademede ise 11 ışınsal yol mevcut. Ancak bu on bir ışınsal yoldan sekizinin yeri belirgin. Kenarlarda aslan pençesi süslemeleri var. Bunlardan birinin ayaklarını görüyoruz. Roma döneminde gladyatör dövüşleri yapıldığı için seyircileri korumak amacıyla öne yükseltiler yapılmış. Sonra buralar sularla doldurulmuş. Tiyatronun binaları hâlâ sağlam.
Fotoğraf çekerken Serkan; “Size bir şey göstereceğim!” diyor. Onu takip ediyoruz. Tam bir sürpriz. Tiyatronun arka tarafına giden yolun üzerinde büyük bir taşın üzerindeki labrys’i gösteriyor. Labrys’in tiyatroda ne işi var, diyorum. O da gülümsüyor; “Zeus tapınağından getirilmiş buraya.” diyor. Şimdi oldu. Baltalı Zeus. Baltasını kaybetmiş. Zeus tapınağına giderken götürsek mi? Al Zeus, baltanı al! Vur, çiz yeter ki aydınlıkları getir Ares-Dionisos gibi, diyeceğim ona. Birden bir flüt sesi geliyor olduğumuz yere. Başımızı çeviriyoruz, sahnedeki yığılı taşlar yok olmuş. Yeşillik her yer. Bin bir renk, bin bir çiçek. Şu ana kadar görmediğim güzellikte bir ağaç ve altında flüt ustası Marsias. Böyle bir nağme dinlememişim şu ana kadar. Bakıyorum sadece ben değilim aynı durumda olan. Nazan ve Serkan da müzikten mest olmuş durumdalar. Tam o sıra bir çığırtkan geziyor ortada. “Kibirli Marsyas Apollon’dan bile güzel flüt çaldığını söylüyooorr…” Halk duyar da bunu Apollon duymaz mı?Boynundan geçirip omuzlarından aşağı attığı pelerini ve altın liriyle beliriyor ağacın altında. Başında da defne ağacından tacıyla kafa tutuyor Marsyas’a. “Yarışalım.” diyor. Kendine güvenli Marsyas, bunu hemen kabul ediyor. Hakem olarak Frigya Kralı Midas seçiliyor. Önce Marsyas çalıyor ve Midas kendinden geçiyor. Apollon çalmaya başlayınca Midas bir şey duyamıyor. Çok uğraşıyor; ama duyamıyor. Apollon; “Benim müziğim aptal kulaklara kilitlidir!” dediği için duyuyormuş gibi yapıyor. Sıra birinciliği ilan etmeye gelince kararsız kalıyor. Tanrı’yı birinci ilan etmezse onun lanetine uğramak var; ama Marsyas’ın hakkını da yemek istemiyor. Biraz düşünüce çözümü hemen buluyor. İkisini de birinci ilan ediyor. Bu kararı ona ödül mü yoksa ceza olarak olarak geri geleceği bilinmez. Bekliyoruz hepimiz. Bütün halk toplanmış. Onlar da bekliyor Apollon ne yapacak diye. Apollon öfkeden çıldırmış durumda. Halkı kovalıyor oradan, sonra Bütün heybetiyle Midas’a dönüp: “Demiştim benim müziğim aptal kulaklara kilitlidir. Aptal kulaklar ancak eşeklerde olur. O halde senin kulakların da eşek kulağı olacak bundan böyle!” diyor. Midas’ın kulakları günbegün büyüyüp eşek kulaklarına dönüşüyor. Midas bu utançtan kurtulmak için takke ile gezmeye başlıyor. Ancak zaman geçtikçe saçları ve sakalları uzuyor. Berbere tıraş olmak zorunda. Berberi huzuruna getirtiyor. Göreceklerini kimseye söylememesi için yemin ettiriyor. Bu sırrı alan berber uzun süre içinde taşıyor bunu. Ama zaman geliyor, karnı şişiyor taşıyamaz hale geliyor. Kör bir kuyu buluyor, kuyuya eğilip bağırıyor: “Midas’ın kulakları eşek kulaklarııııı… Midas’ın kulakları eşek kulakları…” Bunu tam üç kez söylüyor ve inanılmaz biçimde rahatlıyor. Ama kör sandığı kuyunun içindeki çok az su, bu sırrı sazlıklara iletiyor. Onlar da başlıyor: “Midas’ın kulakları eşek kulaklarııııı!” diye. Bunu sazlıklardan öğrenen halk birbirine fısıldamaya başlıyor: “Midas’ın kulakları eşek kulaklarıııı!” Artık gerçek ortaya çıkmıştır. Saklamanın bir anlamı yoktur. Midas, eşek kulaklarla dolaşmaya başlıyor ortalıkta. Tanrısal bir durum addediyor halk ona bu kulaklarla. Apollon ise ceza olarak verdiği kulakların Midas’ta ödüle dönüştüğünü görünce kulakları geri alıyor. Midas’ı tekrar insan konumuna sokuyor. Apollon’un daha işi bitmemiştir. Sırada Marsyas vardır. Berabere biten yarışmanın ikinci raundunu öneriyor. Kibirli Marsyas tabii ki bunu hemen kabul ediyor; ama Apollon’un bir şartı vardır. Müzik aletlerini tersten çalacaklardır. Kibirli Marsyas düşünmeden bunu kabul ediyor. Apollon lirini ters çevirip çalmaya başlıyor. Ama Marsyas flütü ters çevirip çalamıyor. Bunun üzerine Apollon öyle bir gülüyor ki dağ bayır çınlıyor onun kahkahalarıyla. Sıra cezalandırmaya geliyor. Ama ben buraya bakamıyorum. Derisi yüzülen birini seyretmek benim harcım değil. Çıkalım diyorum Nazan’a ve Serkan’a. Çıkıyoruz. Sıra Zeus ve Apollon tapınaklarında. Oraya giderken Marsyas Çayı’nı (Çine Çayı) konuşuyoruz. Flüt ustası Marsyas’ın ölümüne sanat perileri o kadar üzülmüş ki gözyaşlarında Marsyas Çayı oluşmuş. Anlatması bizden inanması sizden.
Tapınaklara giderken sikke basımı üzerinde kafa yoruyorum. Basılan sikkelerde Pegasos olurmuş. Sikke basımı geleneği M.S 3.yy’a kadar sürmüş. Tapınaklarda birkaç taştan başka bir şey bulamıyoruz. Zaten kentin yüzde onu toprak üzerinde şu an. Yüzde yüzünün de gün yüzüne çıktığını düşünsenize. Apollon tapınağının genişliğini göstermek için belirli yerler gösteriyor Serkan. Ooooo, inanılmaz. Apollon’a da bu yakışır. Zaten Apollon’a da Apollon Isotimos (saygınlıkta eşit) adı verilmiş. Vitruvis de o dönemde Apollon Tapınağı’nın çok önemli olduğunu yazmış. Apollon Tapınağı M.Ö 2.yy’a tarihleniyor. Yani bir Dor Tapınağı. 2012’de yapılan çalışmalarda Apollon’un kızkardeşi Artemis’in mermerden yapılmış başı bulunmuş. (Şimdi Aydın Müzesi’nde.) Araştırmayı yapan Suat Ateşlier kemerli kapı girişini ve çevre duvarlarının bulunduğunu söylüyor. Yeni hedef Agora imiş. Sarnıçlarda da çalışmalar yapılmış. Hatta bununla ilgili bir rapor da okudum. Aslını gösteren fotoğrafı görünce dilim tutuldu. Çıkmalı ortaya bir an önce çıkmalı. Surları ise tam 3,5 km uzunluğunda.
Arabaya biniyoruz. Alinda’ya gideceğiz. Serkan geldiğiniz yolu takip ederseniz Alinda’ya ulaşırsınız diyor. Tekrar Çine’ye çıkmama düşüncesi beni sevindiriyor.
[Editörün Notu: Yazının devamı niteliğindeki “Bir Diğer Karya Kenti Alinda” isimli paylaşımı okumak için buraya tıklayabilirsiniz.]