Bir varmış bin kere yok olmuş gurur, haset, kin, nefret, ne kadar kirletilmiş duygu varsa ardın sıra götürmüş; çamur özünden ayrılmış, berrak su ve toprak kalmış geriye.
Biz ne çok önemsiyoruz kendimizi, aşktan kaçılırmıymış hiç, sonsuza kadar kirli kalabilirmiymiş ruh. Biz; aciz insanoğlu, betonda yürüyen toprak hasretiyle yaşayan, toprağa varmak mücadelesinden kaçan, bir damla yağmurda ıslanmaktan korkan, bizi biz yapanı ret eden ama dünya yıkılsa burnundan kıl aldırmayan; biz kendimizi ne sanıyoruz böyle, korkulurmuymuş aşktan öyle, kapılıvermişiz dünya haline.
Masal bu ya karanlığın içinden gün çıkagelmiş, gözlerinde denizi barındıran bir şövalye tutuvermiş belinden masumiyeti, bir kadının en masum yerinde can buluvermiş aşk ve atmaya başlamış yeniden dünyanın kalbi. Zaman kendisinden kurtulup iki kalbin ekseninde dönüyormuş yine, akıl cihanı dolaşsa kalbe varıyormuş en nihayetinde; her varış bir ayrılış olsa da, razı olmaktan geri duramaz ruh bu acıya. Üç yanlış bir doğruyu götürse, bir aşk bin yanlışı taşısa peşine; karar yine malumunuzdur işte.
Ne kadar sayfa varsa evrende yazılmaya değerdir aşk, hiçbir ağacı katletmeden milyon kağıt çıkarır gövdesinden ruh, ama hikayenin kısası makbuldür naçizane. Masal bitmiş, her masal biter zaten her şaire göre, ne güzel çaresizliktir ki o kaçılmazmış; aşk işte, aşk kalıyormuş geriye…