Bazı insanlar değişmez.
Kesinlikle değişmezler… Taş olsa çatlar ama onlara bir şey olmaz. Kaskatıdır onlar. Ya değişemediklerinden, bunu beceremediklerinden ya da bencilliklerinden… Ya da benim kafamın basmadığı birçok şey yüzünden… Ama işte, bazı insanlar değişmez…
Kırar, döker, hırpalarlar… Bunu bilseler de bahanelerle üstünü örter, kendilerini mağdur ilan eder, asıl hırpalananların kendileri olduğunu ve hatta en çok da kendilerinin kırıldığını söylerler… Bir eşeklik ettiklerini söyleyip, özür de dilerler… Manasız, havada asılı duran, zerre kıymeti olmayan bir özür… Özrün arkasından gelecek olan bellidir onlar için. Aynı hatayı binlerce değişik versiyonu ile yaparlar…
Bir nevi İklim Bayraktar gibi… Sürekli bir mağduriyet ve insani hallerden hüküm giymiş tavır sergilerler. Herkes onlarla uğraşıyor ve onları yanlış anlıyordur, herkes birlik olmuş, onların kötülüğünü istiyor ve onları anlamamaya direniyordur. Halbuki onlar hep kendi hayatları, kariyerleri ve uğraşıları ile yaşamaktadırlar. Ne masumdurlar yarabbim, tek kabahat herkesin onları yanlış anlamasıdır… Sessizce dinleyip, her söylediklerinin “Yalan!” olduğunu yüzlerine haykırmak istersiniz ama elinizde delil de bırakmazlar bunlar. İkna olmaz ama kabullenmiş görünürsünüz.
İnsanları değiştirmek taraftarı değilim… Eş, dost, arkadaş, kardeş, akraba var olduğu haliyle seviliyor zaten ve sonuna kadar tolerans gösterilmek zorunda… İnsan olmanın asıl gayesi bu zaten… Birbirimizin kusurlarını kabullenmekten geçiyor her şey. Kusursuz olmaya ömrümüz da yetmez, gücümüz de… Ama bu sürekli eşeklik edenler yok mu, kendi kusurlarını, başkalarının kusurları ile örtme derdine düşüyorlar bir süre sonra. “Sen de bana bunu yapmıştın!” diye çıkıveriyorlar işin içinden… Başkası ne kadar eşeklik ettiyse, onlar da bu eşeklikte bir adım geri durmak istemiyorlar.
Bazı insanlar değişmez işte!
Kendilerini tekrar etmekten sıkılmazlar…
Defalarca kırılan kalplerin aslında onarılmadığını bilmezler…
İnsanın gerçekten affetmesinin pek mümkün olmadığını da anlamazlar.
Hatta insanın onları affettiği zaman kendi kendine nasıl da kızabildiğini bilmezler…
Susmanın artık bıkmış olmanın işareti de olabileceğini akıllarının ucundan geçirmezler…
Sustukça üstüne çıkarlar insanın…
Sustukça tepende zıplarlar…
Sessizliğe o kadar alışırlar ki, konuştuğun anda en büyük suçlu sen olursun… Sustun mu konuşmanı istemezler sonsuza dek. Söz hep onlarındır çünkü.
Etrafındakiler için hiçbir şey yapmayan ama kendini bir şey yapıyormuş gibi hisseden, hissettiren, bencilliğin bu en güzel örnekleri hakkında fazla bir şey söylemeye gerek yok. Dünyanın sadece ve sadece kendi etraflarında döndüğünü düşünen, başkalarının tıpkı onlar gibi hissettiğini zanneden kadın ve erkekler aslında kendi karanlık mutluluklarında bir başlarına yaşarlar… Etraflarında birileri varmış gibi… Cismen var olan ama duygusal olarak tüm bağların kopmuş olduğu ilişkilerin baş kahramanlarıdır onlar… Herkesi o koyu renk mutlulukta yaşıyor zannederler… Onlarla mutlu olabilmenin tek yolu, yanlarında bir ölü kadar sessiz olmaktır ve mutluluk sadece onlarındır.
Kendi hallerinin ortaya çıkışından, dillendirilmesinden, yüzlerine vurulmasından, kısaca kendileri ile baş başa kalmaktan o kadar korkarlar ki, en yakınlarını yalnız bırakmayı tercih ederler… Ses olmasın, çıt çıkmasın diye göz göze gelmezler hiç…
Onlar vardır ama uzaktadır…
Konuşurlar ama cümleleri dağılır gider havada… “He he” denilip geçilen bir türe dönüşürler… Her anlattığınız duvarları dile getirir ama onlar da yepyeni bir ufuk açmaz çünkü… Kendilerine olan sadakatları asla bozulmaz.
Başkalarını yalnız bırakırlar ama tek yalnız kalan kendileridir…
Bazıları değişmez!
Sizi hiç şaşırtmazlar. Bir kez bile umduğunuzun tersinde hareket etmezler.
O kadar değişmezler ki varlıklarını bile hissetmezsiniz bir süre… Varlıkları ile yoklukları bir olur… Gitmeleri ve kalmaları arasında tercih yapmak zorunda kalmazsınız ve ama gittiklerinde derin bir huzur bırakırlar geride…