Medusa, kendine bakanları taşa çeviren bakışları ve yılan saçları ile hepimizin ilgisini çeker. Onun hikayesini bilmeyen yok gibidir. Peki bizi bu ilginç varlığa yönelten korkularımız mıdır yoksa merakımız mı? Medusa’yı öldürdükten sonra pazar yerine gömdüğü söylenen Perseus’un heykelini yapan sanatçı, Bervenuto Cellini‘dir.(16.yy) Maniyerizm akımının önemli temsilcilerinden olan Cellini tüm hünerini göstermiş bu heykelde ve öylesine kıvrımlar öylesine ayrıntılar eklemiş ki onun karşısında mest oluyor insan. Ama öyküsünü öğrendiğimizde bu kıvrımlar da kafamızda yılana dönüşüveriyor.
Medusa miti, İtalyan sanatçı, Luciano Garbati‘nin de ilgisini çekmiş olmalı ki 2008’de Medusa mitini yeniden yorumlamış. Bu kez elinde kılıç olan Medusa’dır ve kesilmiş kafasıyla zavallı haldeki Perseus’tur. Empati duygusuyla böyle yorumlamış heykel tıraş. Empati demiştik değil mi? Hiçbir suçu yokken önce tecavüz edilip ardından lanetlenen Medusa’nın öyküsü içimizde gizli bir öfkenin kabarmasına neden oluyor. Suçlu olan başkaları cezayı çeken Medusa ve onun nezdinde kadınlar. Bu mitten sonra kadınlara zaten “yılan dilli, yılan kadın” sıfatlarını yükleyen toplum, benzetmelerinde ne kadar haklı olduğunu düşünür olmuştur, zaten istenilen de budur galiba. (Medusa öyküsünü bilmese bile Medusa’nın yılan saçlarını çoğu insan bilir.) Biz en iyisi Medusa öyküsüyle başlayalım:
Bir evren düşünün ve bu evreni Tanrılar kendi aralarında bölüşmüş yönetiyorlar. Dedikleri dedik, yaptıkları tartışılmaz. İşte bu diyarda Medusa adında güzelliğiyle nam salmış güzel bir kız varmış. Bütün Tanrıların da gözü ondaymış. Tanrılar onu elde etmek isterken Tanrıçalar da kıskanırmış bu durumu. Medusa ise bütün bunlara bir nokta koymuş. Kendini Tanrılara ibadete adamış. Tercih olarak da Zeus’un güzel ve akıllı kızı Athena’nın tapınağını seçmiş. Zeus’un akıllı kızı Athena yine Zeus’un kardeşi Poseidon (amca olur kendileri) ile evliymiş/sevgiliymiş. İşte bu Poseidon güzel Medusa’ya takmış kafayı. Önünden ardından dolaşır olmuş. Akıllı Athena kuşkulanmış durumdan. Çıkmış Poseidon’un karşısına, sormuş açıkça. Poseidon bu, kaçın kur’ası. İnkâr etmiş tabii. Eder elbet. Karşısında Tanrıça var, koca Zeus’un kızı.
Poseidon öyle yapmış, böyle yapmış Medusa’ya ilgisini yok edememiş içinde. Ve bir gün dayanamayıp girmiş Athena Tapınağı’na. Her şeyden bihaber yaşayan Medusa’ya tecavüz etmiş ve çekmiş gitmiş. Athena, harap bir şekilde tapınakta yaşamaya devam eden Medusa’nın durumundan şüphelenmiş ve tabii ki durumu hemen öğrenmiş. Öfkeden kaskatı kesilmiş. Medusa’ya öyle bir ceza vermeliyim ki demiş, bundan sonra benim olana kimse ne göz değdirebilsin ne de el uzatabilsin. (Burası pek anlaşılmıyor. Onun olan Medusa mı yoksa Poseidon mu? Demek ki ikisi de onun. Ancak Koskoca Tanrı’ya (büsbüyük denizlerin, okyanusların hakimi) ceza veremeyeceği için Medusa’yı ve kız kardeşlerini acılar içinde bırakmaya karar vermiş. Saçlarının her telini yılana döndürmüş. Kardeşler birer canavara dönüşmüş. Sıra Medusa’nın o muhteşem gözlerine gelmiş. Ona bakan herkesi taşa çevirecek hale getirmiş onları. Ama ne yaparsa yapsın içini soğutamıyormuş. Üvey kardeşi PERSEUS’u (Babası Zeus’un Danae’den olma oğlu) onun kafasını kesmesi için görevlendirmiş. Perseus, Medusa’ya bakılamadığı için kalkanın ayna gibi kullanıp kafasını uçuruvermiş onun. Eyvah! Beklenmeyen bir şey var: Medusa Poseidon’dan hamile. Akan kanlar ile iki çocuk birden fırlayıvermiş: Pegasus ve Chrsyar.
Medusa ve diğer iki kardeşinin öyküsü böyle. Biz bu öyküyü hiçbir yerinden tutamıyoruz. Robert Graves, Yunan Mitleri adlı çalışmasında Medusa’nın Perseus’a savaş açtığını ve bu nedenle başının uçurulduğunu anlatıyor. Bu bilgiye başka hiçbir yerde rastlamadım. Tapınağa kendini adamış Medusa’nın tecavüze uğraması ve sonra da Athena tarafından cezalandırılması daha makul görünüyor. Neden makul göründüğünü açıklayacağım.
Mitsel arketiplerde Tanrıların özellikleri insanlardan, insanların özellikleri de doğadan alınırdı. İnsan, zamanla mülkiyet duygusu (mülkiyet edindikçe) geliştikçe bunu kaybetme korkusuna kapıldı. Ama ondan önce sahiplik duygusu sadece kendi bedenine aittir. Bu nedenle kendi bedenini koruma arzusu ayinleri ve büyüleri beraberinde getirir. Animizm ve büyü bir arada nasıl barınacaktır? Barınamaz da. Bu defa kendine benzemeyenden “korku” başlar insanın içinde. Ters giden her şeyi, cinlere, doğaüstü güçlere bağlamaya başlarlar. Örneğin; Eski Yunan’da toprak kaplarını çatlatan cinlerin olduğuna inanıyorlardı. İşte bu cinleri korkutmak istediler ve ocaklara canavar maskeleri asmaya başladılar. Gorgon (canavar) maskeleri böyle çıkmış oldu ortaya. İlginçtir ki bu canavar maskelerde yılan saçlara rastlanamamış. *(Emine KEF, “Cinsiyet Algısının Mitsel Kökeni”, Kaygı, 31/2018: 22-41.)
Gelin hep birlikte Dr. Emine Kef’e kulak verelim: Maskeler; Milattan önce altıncı yüzyıla ait kalıntılarda bir cinsiyetle özdeşleştirilmemiş, yalnızca korkunç görünümlü bir canavar olarak tasvir edilmiştir. Ancak zaman içinde, özellikle milattan önce beşinci yüzyıldan sonra resmedilen Medusa arketipi, yuvarlak hatlı kadınsı bir görünüm kazanmıştır. O zamandan günümüze değin en bilinen hikayesinde ve bu hikâyenin türevlerinde kendisine bakanı taşa çeviren yılanbaşlı bir kadın olarak anlatıla gelmiştir.
Sayın Kef’in de dediği gibi bir gorgon olarak zaten var olan canavar her ne hikmetse Medusa adlı kadına dönüştürülmüştür. Eril yazın görevini iyi yapmaktadır.
Aslında bilinen başka bir konu daha var ki Medusa’nın Ana Tanrıça’nın kendisi olduğudur. Medusa’yı öldürerek Ana Tanrıça kültüne son veren ve başını elinde sallandıran Perseus’tur. Ejderha’nın ve sonra yılanın Ana Tanrıça’nın simgeleri olduğunu bilmeyen yoktur. Günümüzde “nevruz” denilen ritüelin aslında doğanın yenilenme zamanı olduğunu biliyoruz. Kutsal ana (Toprak Ana) rahmini açar ve döllenir, ve doğayı yeniden doğurur. Yeni, yeniden doğma yılanın da özelliğidir ve sonradan Ana Tanrıça denilecek Toprak Ana’nın da simgesi yılan olur. Görüldüğü gibi Medusa gibi bir mit yaratarak kadını, kadının kadim özellikleriyle vurmuşlar. (Tevrat’ta kadını yılanın kandırması gibi.)
Ona bakanları taşa çevirmesine gelince: Friglerde doğa ile özdeşleştirilip dağla benzerlik kurulan ve tapınılan Ulu Ana Kibele’nin imgesi kara taştır. (Bu kara taş Kabe’ye götürülmüş ve İbrahim Peygamber tarafından Kabe’nin duvarına koyulmuştur.) Taşların ve kayanın sertliği karşısında kendi zayıflığını ve güçsüzlüğünü hisseden ilk insanlar ona anlamlar yüklemiş, onu kutsamıştır. “Kaya, insan için kırılgan ve insanın geçici yapısını aşan bir gücün temsilidir: Varlığın mutlak şeklidir.” der Eliade. Kayaların; gözleri korkutan, ürküten bir görüntüsü vardır. Kendi kırılganlığına benzemeyen bu şey büyük ihtimal başka bir dünyaya bir aşkınlığa aittir, diye düşünürler. (Bugün bile mezar başlarına bu taşları dikerek ölümüz’e dokunulmazlık sağlamıyor muyuz?) Her şeyin vericisi, doğuran ana işte bu taşla simgeleştirilmiş. Yüce taş, yüce dağ KUR buradan gelir. (KUR: Ana Tanrıça’nın yaşadığı dağ olarak tasavvur edilmiştir.) Demek ki Medusa’nın kendine bakanları taşa çevirmesi tesadüf değildir. (Taş, zaten Ana Tanrıça’nın kendisidir.) Eril yazında hem Medusa hem de Havva yılanla özdeş kurularak canavar ya da güvenilmez gösterilmişlerdir. Ama bugün bu iki kadına artık farklı bakılıyor. Şimdi yine Emine Kef’e kulak verelim: “Kadın şairler, Medusa’nın yılan saçlarında ve insanı taşa çeviren gözlerinde kadınların maruz kaldığı trajediyi görmüşlerdir. Ann Stanford Medusa şiirinde, tecavüzün onda açtığı yaraya ve onun dönüştüğü şekle sahip çıkarak bu arketipi tasvir etmiştir (Başkan 2011: 92):
“Saçlarım öfkeden kıvrıldı
Aklımda sadece nefret kaldı
İntikamı düşünmeye başladım
Ve sadece onun için yaşamaya
Saçlarım yılanlara dönüştü
Gözlerim dünyayı taştan görmeye başladı.”
Michelene Wandor’un Havva ile Medusa Karşılaşınca adlı şiirinde mitolojik ve dinsel anlatılarda yılan metaforuyla ayrılmaz bir bütün haline gelen Havva arketipi ile Medusa’nın hayali karşılaşması tasvir edilir ve ataerkil söylemde günahkâr ve kötünün simgesi halini almış iki kadının ortak ve benzer yanlarına değinilir (Başkan 2011: 94): Havva, Medusa’ya oturmasını başındaki yılanlardan kurtulmasını söyler bu karşılaşmada.
Toprak Ana’nın simgesi olan yılan, onun elinden alınıp Yahudi mitolojisi ile iffetsizlik, şeytanilik anlamları yüklenerek kadına bir darbe de buradan gelmiştir. Aslında düşünemedikleri bir şey var burada: Medusa’nın kafasına yerleştirilen yılanlar tıslıyor. Yani yaşam saçıyor etrafına. Doğurganlığından, yaşam verme özelliğinden dolayı hep kıskanılmış kadın. İlk insanların zamanında âdet gören kadının ölmediğini görmüşler. Oysa erkek, vahşi hayvanlarla girdiği mücadelede yaralandığında yani kanadığında ölüyormuş. Her ay kanadığı halde ölmeyen kadın, onları hem korkutmuş, hem hayranlık duymalarına neden olmuş. Hem korkulan hem de kutsanan anlamında SACRA demişler kadına. Medusa’nın etrafına saçılan kanlar hem zehir hem panzehir olarak kullanılmış. Çin ve Hint mitolojisinde önceleri cinsiyet yoktu. Çünkü insanın aşkınlığa ulaşması bu iki cinsiyeti de içinde barındıran vasıflara ulaşması ile mümkün sayılıyordu. Panzehir, içimizdeki hastalıklı (diğerini ötekileştirme) düşüncelerimize iyi gelmesi temennisiyle.