Ramazan ayı bitmek üzere. Ramazan ayı, oruç, iftar vs. ile ilgili çevremde, ülkemde ve dünyada tanık olduğum manzaralar hakkında yazmadan edemeyeceğim. Önce kendi çevremden başlayayım. İslam dinine göre oruç tutmanın iki nedeni var. Birincisi nefsine hakim olmak üzere kendini eğitmek. İkincisi, açlık çeken insanları anlayabilmek / onlara yardımcı olmak.
Siz hangi restaurantta iftar yemeği yesek, hangi lüks mekanda orucumuzu açsak, eşimizi dostumuzu iftara davet edip nasıl zengin bir sofra kursak diye telaş içindeyken, gelişmekte olan ülkelerde her gün 800 milyon insan, yatağına aç giriyor.
Dünyada günde ortalama 24 bin kişi açlık veya açlığa yakın nedenlerle ölüyor. Güney Asya’da her dört kişiden biri, Sahra Çölü güneyindeki Afrika’da ise her üç kişiden biri açlıkla boğuşuyor.
16 saat bir şey yemediği için, etrafa ateş saçan, “Oruçlu oruçlu…”, “Zaten oruçluyuz” vs. gibi bahanelerle çevreden ekstra hoşgörü ve imtiyaz bekleyen insanlara bu sözlerim.
Siz sahurda sizi daha uzun süre tok tutmaya yarayan yiyeceklerden oluşan menünüzü tüketirken de, iftarda gün içerisinde hayal ettiğiniz yiyeceklerden oluşan zengin menüleri tüketirken de, sahurda bilmem kaç kilo et tükettiği için Bülent Ersoy’u eleştirirken de Afrika’da ve diğer az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde insanlar hala aç. Sadece 1 ay değil. Bu, orada dünyaya geldikleri için onların kaderi.
Gittiğim Avm’lerde sık sık, etrafta koşturup duran şımarık çocuklara rastlıyorum. Yemeğini yemek yerine onunla oynamayı tercih eden ve sadece şımarıklık olsun diye avazı çıktığı kadar ağlayan çocuklar. Sonra resimlerdeki sessiz yüzlere bakıyorum. Onlar da çocuk. Orada dünyaya gelmeyi seçmediler, tıpkı bizim burada dünyaya gelmeyi seçmediğimiz gibi. Onlar için dua etmekten daha iyi bir şey gelmiyor mu elimizden?
Hiç değilse kendi çocuğunuza, yememekte direndiği yiyeceklerden alamayacağı vitaminler için endişelendiğiniz kadar, biraz olsun sevgi ve duyarlılık aşılayabilmek için endişelenin. Aslında dünyayı bu hale getiren şeyin; yiyecek yetersizliği değil, gelişmiş coğrafyalarda yaşayan şımarık yetişkinlerin, hep daha fazlasını elde etme hırsı olduğunun farkına varın ve çocuğunuzun böyle bir yetişkin olmasından endişe edin.
Afrika’da bir sürü insan açlık çekerken şeker veya mısır, hatta ve hatta Avrupa’da buğday bile gıda zincirinden çıkarılıp direkt etanol olarak piyasaya sunuluyor. Yani, Afrika’da ekmek ve temel gıda maddesi olarak gereksinim duyulan tahıllardan, Avrupalılar yakıt elde edip araçlarında kullanıyor, buna da biyodizel deniyor.
Başka bir örnek daha vermek gerekirse; eminim bazılarınızın evlerinde beslediği kedi ve köpekler, Afrika’daki 3 aylık bebeklerden daha ağırdır. Onların içmedikleri sütü içebiliyor, yemedikleri et ve balığı tüketebiliyorlardır. Temiz sulardan içip, temiz sularla yıkanabiliyorlardır ve oyun oynayabilecekleri oyuncaklara bile sahiptirler. Temiz ve sıcak küçük yatakları ve kulubeleri de vardır. Elindeki küçük kabı birazcık yemek alabilmek için uzatan o çocuk sizin çocuğunuz da olabilirdi.
Bu yazıyı yazmaktaki amacım; insanların oruç tutup tutmadıklarına ve ya hangi dine inandığına bakarak yargılamak yerine, herkesin önce kendisine bakmasını sağlamak. Dünyayı değiştirmeyi isteyen herkes değişime önce kendisinden başlamalıdır. Sizinle beraber 16 saat aç kalmayan insanlara sırf bu yüzden öfke kusup saldırıyorsunuz ancak, yılın her günü siz yiyip içerken, Afrika’da açlıkla boğuşan o insanlar sizden nefret etmiyor. Aynı yaratıcıya, sizlerden gelebilecek yardımlar için dua ediyorlar belki de. Sizin onlara verebilecek paranız ve yiyecekleriniz var ancak onların size öğretebileceği şeyler bunlardan çok daha değerli.
İnsanların açlıktan ölmesine müsaade eden Tanrı için savaşmayı ve birbirini yemeyi bırakırsa insanlar, dünyanın daha adil bir yer olması için duaya da gerek kalmaz bence. Dünya üzerinde yaşanan bu zıtlığın ana nedeni de kıtlık değil sömürgeciliktir. Yani Tanrı değil, insanoğlunun kendisidir.
En kötüsü de zaten her zaman farkında olduğumuz bu gerçekleri çabucak unutabiliyor olmamız. Öyle ya, bizim de banka taksitlerimiz, ödenmeyi bekleyen internet faturamız, gelecek yılın tatil planları için topladığımız broşürlerimiz var. Düşünecek o kadar çok şeyimiz var ki, bir türlü açlıktan ölen insanları hatırlamaya sıra gelmiyor ta ki buna değinen bir yazıyla karşılaşana kadar. Sonra mı? Hiçbir şey. Hiçbir şey yapmıyoruz genelde. Çünkü gerçek(?) ibadetler daha kolay görünüyor. 16 saat aç kalmak… Bunu bile şikayet ede ede yaptığımızı da unutuyoruz.
Size manevi huzur sağlayan gerçek ibadet nedir bilmiyorum ama benim düşünceme göre; eğer bir yerlerde birileri açlıktan ölürken ben tıka basa doyuyorsam, birileri bir yerlerde çıplakken ben en lüks markaların reyonları arasında kendime uygun kıyafetler arıyorsam, birileri dünyanın bir köşesinde içmek için temiz su bulamazken ve ilacı olduğu halde o ilacı temin edemediği için basit hastalıklar yüzünden ölürken, ben tatil köylerinde şezlonglarda biraz daha bronzlaşmanın derdindeysem, kimse bana İNSAN olduğumu söylemesin.
Çeşitli dinlere mensup misyonerler haricinde bölgelere gerçekten ‘yardım’ amacıyla giden ve dünyanın çeşitli yerlerinden yapılan bağışları bölgelere ulaştırabilen kuruluşlar gerçekten çok az ve bağışlar ise yetersiz. Ne yapabiliriz ki? Eğer bağış yapmak isterseniz çeşitli yardım kuruluşları var. Ancak benim önerim, bağışınızı takip edebildiğiniz şeffaf ve köklü kurumları tercih etmeniz. Dini propagandalarla bağış toplamaya çalışan kuruluşlara itibar etmek yerine, kendi sağ duyunuz ve mantığınız ile hareket etmeniz.
Sadece bir çocuğun bile hayalleri gerçek olsa, sadece bir kişinin hastalığı bile iyileşse, sadece bir kişi ölümden kurtulsa bile, çok daha fazlasına umut vermiş olacaksınız ve buna paha biçilemez.
“Siz yardım edilmiş yoksullar istiyorsunuz, bizse ortadan kaldırılmış yoksulluk.” Victor Hugo