Korunaklı bir yaşamım olmadı benim hiç, çocukken öğrendim tek başına ya varsın ya da yok olursun demeyi kendime. Öyle başım sıkışınca derdimi anlatacağım kimsem de yoktu, biz yalnız üç kişiydik hep aslında. Ağladığımı pek kimse görmezdi, geceye saklardım. Korkularımı da kimse bilmezdi. Kardeşim okuldan dönüşümü beklerken, anne edasıyla yürürdüm ona doğru; oysa ben de henüz çocuktum, unuturdum. O an benim de çok ihtiyacım vardı o koruyucu kanatlara oysa. Geceleri ablam beni uykudan uyandırıp yanıma gel dediğinde onu beklerken aslında ne çok korkmuşum farkına varmadan karanlıklardan, her şeyimiz var derken aslında ne de yoksunmuşuz ihtiyacımız olanlardan… Hiç babama sarılmadım mesela… Nasıl bir duygu bilmiyorum, ya da hatırlayamıyorum. Annem ağladığımda hiç göz yaşlarımı silmedi ya da sarılıp ağlama biz varız demedi, saçlarımı okşamadı hiç… Aslında dünyanın en özel, en değerli iki insanı onlar, iyi ki onların çocuklarıyız ama… Keşke daha korunaklı olsaydı, sığınacak bir liman misali çocukluğumuz, babam sarılsaydı güvenli kollarıyla, ısıtsaydı üşüyen yüreğimi… annem silseydi gözyaşlarımı… saçlarımı okşasaydı sevgileriyle, şefkatleriyle… ruhumun yaralarını onarsalardı…
“Her insanın bir yaşam öyküsü vardır elbet, içinde kendince barındırdığı eksikleri, karanlık odaları, umudu, sevinci, hüznü doldurur bir bavula tıkıştırır gibi ruhuna yüreğine, en çıkmaz sokakta karanlığın ötesinde bazen ufak bir ışık tüm yaşamına aydınlık oluverir bir anda. İşte öyle bir anda karşılaştım sevgili Engin’le. Yazdıklarıma EnginDergi’de yer vermek inceliğini gösterdi. Hiç beklemediğim bir şeydi, sürpriz oldu benim için. Tabii çokta mutlu oldum. Ben ne yazar ne şair değilim, haddimi aşmadım asla; tüm yazdıklarım sadece YÜREK DÖKÜNTÜLERİM’den ibaret karalamalar, hepsi bu… Teşekkürler Engin Enginer yüreğine, gönlüne, emeğine teşekkürler…”
Serap Sütcü