Kendini anlat… Saçların ne renk? Peki ya gözlerin? Burnun kavisli mi, yuvarlak mı? Hadi onu geçtim, iyi koku alır mı? Dudakların nasıl, yüreğinden gelenleri olduğu gibi açığa mı vurur, yoksa bir yanı hep kapalı mı?
Uzun uzun yürüyüşlerde kaybolanlardan mısın? Evin yolunu bir türlü bulamayınca ürker misin kaybolmuş halinden? Bilemediğinde ne yöne gideceğini, (hangisinin daha iyi olacağına karar veremediğinde) mantığını mı dinlersin, yoksa sezgilerin daha mı ağır basar?
Aşık olduğunda, kaçanlardan mısın? Yoksa sahiplenir misin duygunu her şeye rağmen? Söyler misin sevgini, kızgınlığını, öfkeni, nefretini, ya da saklar mısın küçük suskunluklara?
Yağmur yağdığında, üstüne üstlük koygun bir şekilde, şemsiye mi açarsın? Ya da bırakır mısın ıslatsın seni yağmur? Yoksa kaçacak bir çatı mı ararsın?
Başarısız olduğunda, bedbaht olduğunda, umutsuzluğa kapıldığında ürker misin kalabalıklardan? Ya da cesaretini kıran şeyin üstüne gidip savaşır mısın?
Ben hep korkarım tariflerden. Tanımlardan. Şöyleyim, böyleyim demekten. Bir şey olmaktan, biri olmaktan. Çünkü insanın kimyasında heplik ve hiçlik vardır. İlla da bir tanım gerekliyse, her nefes aldığımda yaşamın gizemi karşısında şaşırıyor ve kendime hep şaşkınlıkla bakıyorum…