Gecenin dinginliği bir başka huzur veriyor insana. İnce ince yağan yağmurun verdiği zevki toprak kokusu taçlandırıyor. Yağmurun tenteye vurdukça çıkardığı sese nargilenin fokurtusu eşlik ediyor. Sigaradan oldum olası hazetmediğim halde şu nargileden aldığım keyif tarif edilemez.
Yine bir başımayım. Şu hayatta yalnızlık öyle işledi ki içime artık tercih mi yoksa alışkanlık mı ayırt edemiyorum. İnsanlarla iletişim kurmayı seviyor olsam da belirli bir sınırın ötesi ağır geliyor. Yüzeysel etkileşimin ilerisi istemsizce yorulmama neden oluyor. Sorun, benim algı ve takıntılarımdan mı yoksa insanların farkındalık yoksunu bağımlı ilişkilerinden mi kaynaklanıyor hala çözebilmiş de değilim.
İnsan ilişkilerindeki nezaket yoksunluğundan da, alışkanlık kaynaklı yapmacık nezaketten de hoşnut olmuyorum. Benim için hayat şu ara, Hermann Hesse’in Bozkırkurdu hikayesindeki gibi. Oynamaktan yoruldum lakin toplumsal rollerimize ayak uyduramayarak toplum içerisinde yer alabilmemiz de pek mümkün değil.
Hayat aslında; yaşamın anlamını bulduktan üç dakika sonra ‘bir çay koyayım bari’ karikatüründe olduğu üzere basit. Onu karmaşıklaştıran bizleriz. Nihayetinde hepimiz tekamül sürecindeki ruhsal varlıklarız lakin bazen her şeyi geride bırakıp çekip gitmek öyle cazip geliyor ki… Hala niye mücadele ettiğimi aslında gerçekten de biliyor değilim. Herkesin yakıştırdığı güçlü olma olgusundan ziyade, kökeninde yatan direnişin temel kaynağında çoğunlukla korku olduğunu düşünüyorum. Evet korkuyorum, belki de o yüzden tüm bu kaçışlarım. Belki varoluşumuzun temel nedenlerinden ötürü ve iç güdüsel bir durum bu tutunma çabası, belki de yine korku kaynaklı tüm bu hayat mücadelesi.
Pek çok şeyin farkında olsak da genelde kendimize ifade etme konusunda çekimser kalıyoruz. Kendimizi kandırmak başkalarını kandırmak kadar kolay olmasa da içimizi rahatlatmak için muhakkak bir kulbunu buluyoruz. Sıkışıp, tıkandığımız noktada ise her şeyi kolaylıkla boşlayabiliyoruz. Tüm bu vurdumduymaz kaçışlar yeni bir döngüsel sürece girene kadar devam ediyor.
Kimi müziğe, kimi alkole, kimi ise bağımlı ilişkilere sığınmayı tercih ediyor. Kimi işkolik olup çıkıyor, kimi de depresyonun dibini görüp kendini hayattan soyutluyor. Sıkıntılarımızın faturasını çoğunlukla başka insanlara kesiyoruz. Hayat halihazırda yeterince zor değilmiş gibi çevremizdekilerin de hayatlarını zorlaştırıyoruz. Çoğu zaman boğulurken sevdiklerimizin paçalarından yakalayıp onları da beraberimizde sürüklüyoruz. Aynı sigara kullanan bir kişinin yakın çevresini de sigaraya alıştırma gayreti gibi kötülükleri sevgi dolu paylaşım emaresi gibi görüyoruz.
Sadece dünyanın değil, bilinen milyarlarca varlığın bulunduğu evrenin merkezinde yalnızca biz varmışcasına olan bencil tutumlarımızdan bir nebze olsun sıyrılıp yaşamın hakkını özgürlükçü bir dayanışma ile verebilmek bu denli ironik olmasa ne de güzel olurdu.
Mesela bu yazı gibi başlangıcı olan her şeyin bir de sonu olmak zorunda mı gerçekten de? İnsan sorgulamaya başladığında da ardı arkası kesilmiyor. Kimi zaman düşünce fırtınası içerisinde kaybolmaktan alıkoyan tek şey ise plansızca ve gelişigüzel yazmak oluyor.