Güneş ışıldıyordu ve ben üzgün olduğum için kendime kızıyordum. Kargalar kaç yıl yaşar dünya üzerinde? Kötü sesleriyle anlamsız ötüşlerinde. Son bulur mutluluk demleri. Sen de son bulacaksın sonbahar eşliğinde.
Dünyanın avurdu senin avuçlarında mı birikmiş? Mokasen takunyalarınla anlamsız kalabalıklar çıkartıyorsun. Güzelim dünya kirleniyor senin saçma sapanlığınla. Seni öldürmek istiyorum Desert Eagle tabancamla. En öldürücü silahım bu. Başka türlüsü aklamaz seni. Dünya kirlenmemeli karanlığınla.
Bakıyorum sana: Ayak bileklerine kadar Jüpiter’e fırlatılan bir izbe taşıyorsun. Ruhun maskelerle örülü bir envanter. İzleri fırlatılmış dünyalılar seni buradan anlıyor. Kan saçıp, etrafa pislik kusup iyilikten bahsediyorsun. Sen ne büyüksün sanarken aslında ne küçüksün. Gözkapaklarıma sığamaz kirletilmişliğin. Kendi karanlığında yok olacak ayak seslerin.
Off sana yazmak ne büyük keder! Kalem kırık, klavye bozuk, dilim tutuk… sen kederden saat, aynı noktada döner durursun. Tüm hayatın aynı sefalete gebe.
İçki içer ağlarsın, sigara yakar kirlenirsin, kirletirsin. Dumanı senden gelen zehir, sigara bahanesi kokuşmuşluğunun.
Yalnızlığa güvercin uçurayım en iyisi mi! Mutlu olsun beyazdan kederli saçlarım. Savurdum ortalığa yel değer omuz uçlarıma. Saçlarım kıvrılır seslerden. Ellerim kirlenmiş, kokuşmuş; senden yana tutulmuşluktan. Günlerdir yıka yıka lanet olası … su sesi şakırdadı:
adamın içi yılan
yılanın kursağı zehir
saçmış adama bin yıl
öfkeden bin türlü kebir
Sesler içimde, sesler dışımda. Meğer odalarım pek kalabalık. Mesela şoseli ve içinde mavi döşemeli bir oda var. Ropdöşambr giyer, sabahları pislik adamlara sataşırım. Bunlar sevmemeyi melet edinmiş, asalak bir böcek gibi yaşarlar. Ne kahvaltı ne yemek. Sadece ve sadece içinde mikroplar birleşen; portakal öğütülmüş, yılan zehri ve karışık salatalar. Gezer dururlar boş beleş. Sevmekten sıkılırlar, mutluluktan sıkılırlar… ciğerleri zehirden saçar insanlığa bir sürü sefalet. Mokasen takunyalı ayakkabı giyer, kötü yollarda kötü kadınlar tanıyıp iyilerine kan kusarlar. Kendime düşman olmamalı. Gitmeliyim bu odadan. Siyah döşemeli odam, hangi taraftaydın? Çarptım kapıyı suratlarına. Kaçtım oradan bir daha gelmeyeyim diye. Desart Eagle ile ateş saçtım ortalığa. Boş sesler insanları her zaman cezbeder.
Maskeli bir oda, odanın içinde zambaklar açar. Günün birinde sevilirmiş gibi. Kapı sesi gelir uzaktan ve soğuk. Bir tıkırtı boğuk, karamsar, öfkeli, yalnız. Öyle bir yalnız ki kendine düşman. Kendi kendine yalnız bir düşman. Girer içeri bir adım atarak. Uzun, çirkin kulaklı. Çirkin dişler, kederden sararmış eller, feri kaçmış gözler… zambaklar uyuşur bu çirkinlik karşısında. Ne yapacaklarını bilemezler. Durup izlerler. Adam yaklaşır. Yüzünde maskeler: Kah siyah olur, kah beyaz olur, kah sarı olur, kah grileşir … ürkek, zavallı masum zambaklar donakalır. Adam yaklaşır, izmarit kokar nefesi. Zambaklar sararır durur yüzyıllar boyu. Tiksindim bu adamdan sıktım başına kurusıkı tabancamla. Katil olmaya değmez ama sabıkasız bir katili kim nereden tanıyabilir. Vurdum onu düşüncelerinden. Çarptım kapıyı dönmemek üzere. Sesler içimden ve dışımdan…
Gitti dedim, sesten korktu dedim, gelmesin. Beynimde beyhude bir odada ne işi var bu yaratığın. Eğildim ayakkabı bağcığım açılmış. Gözlerim takip etti bir serabı. Etrafım beyaz çerçeveli tablolarla örülü. Tabloda kulağı ile Van Gogh, gülümsedim. Başımı çevirdim, ne göreyim: Çirkin kulaklı bir yılan. Haykırdım, dedim neden her odada bu mahlukattan var? Meğer zehirli imiş meğer kolay sinmezmiş sefaleti. Tablolardan biri gülümsüyordu bana. Deniz, denizin içinde bir gemi. Baktım O. Veli sokulganlığıyla. ‘Serde erkeklik var ağlayamamam’. (Şiir yarım!)
Sen katilisin kendi hücrelerinin. Benim sakin tebessümlerimde çakılı kalamazsın. Gelmeseydin. Ne işin vardı mokasen takunyalarınla biz dünyalılar arasında? Bakın su sesi, bakın kargalar, bakın dünyalılar ne işi var bu yılanın bizim baharımızda? Böyle bir adam sevmemeliydi. Başımı eğdim. Hay Allah! Bunu önceden neden düşünmedim? Eğreti duracak sevdası üzerimde. Askıya bırakıp kaçacağım kirleri üstümde. Bu sevgi çirkinleştirecek beni. Güzel bir kadın olamayacağım. Evet, gitmeliyim. Gülümsemem sararmamalı dudak uçlarımda. Böyle bir adam sevmese de daha iyi olur. Karga öttü geçerken mokasen takunyalıya ve haklısın mösyö haklısın. Gitmelisin.
Asırlarca kaçtım. İnsan kendinden kaçıp yine kendine yakalanıyor. Öfkeli, yalnız, bir başına. Kendi duvarlarına takılıp kanayarak ölüyor. Karşımda delice bir levha: ‘Sabıkasız Suçlular Mahkemesi!’
Bastım düğmeye. Girdim içeri. Belirsiz ışıklar. Yuttum ışıkları rengarenk oldum. Neydi değiştiren, neydi beni?Sular, seller, dünyalılar, uzaylılar..? Aniden tabancama davrandı çirkin kulaklı bir yaratık. Sanırım kendi silahımla beni alt edecek. Gülümsedim, zeki görünümlü bir şizofreni hastalığında mı acaba? Kafasında dinamitle geziyor! Bana davranıyor, kendini vuruyor aslında. İlerledim tepemde bir silahla. Başında sarıdan bir kavukla bir yargıç. Baktı tepeme acır gibi. – İnsan insana hep acır ama insana acır! – Suçum ne diye sordum? Meğer mokasen takunyalı adamlara ateş açmakmış. Güldüm saatlerce. Belki asırlarca gülebilirdim de. Cevizden eskitme, gürgenden yapma tokmağıyla indirdi. (paaat) Baktım:
Güneş ışıldıyordu, perdeyi öteledim. Sevmediğim insanlara sevdim hiç demedim. Cevizden eskitme pencereme kondu bir durua atmacası. Omzuma kondu sesi. Şarkı söyledik baharlara:
Desart Eagle ile ateş saçtım
Kondum bir yılanın omzuna zehir aldım
Kaç kaç güzel kuş güneş parlıyor
Sev sev güzel kuş bahar gülümsüyor
Bak bak bak ötelere güvercin uçuyor yalnız
Uç uç beyaz kuş yalnızlığa güvercin uçurt…