Yalnızlığın verdiği rehavetle dolanıyorum sokaklarda. Bir başucu kitabımın varlığından yoksun, hiçliklere doğru yol alırken savaşları düşlüyorum ya da kimsesiz, yaşamdan nasibini alamamış insanları. Derken yağmur çiseliyor. Toprağın kokusu genzimi yoklar gibi… Sonra baharı özlüyorum bahara yakınken. Tüm vaatlere doymaktan mide spazmı geçirir gibiyim. Delicesine baharı özlüyorum… Aniden Türk filmi jönlerinin o sıradan sözleri fısıldanıyor kulaklarımda: “Ah sigaram! Benim için yanan tek şeysin.” Çakmağımı çakıyorum o hararetle. Aslına bakarsan pasif bir içiciyim. Derme çatma laflar bunlar, işin gereği yani.
Bu kadar dramatize etmeye gelmiyor ama; yanmış, yıkılmış ümitler besliyorum. Kursağa kadar kin ve gurur eğrileri. Geçmiş tozlu raflardan gülümseyerek: “Herkes, her şey unutulmaya yahut hatırlanmaya mahkum. Mahkumuz kısacası. Prangasını kendi takan insan nesli!”
Şimdi sen diyorsun ki bu yıkılmışlığın, esaretin kol gezdiği dünyada şarkı söyle. Sonunu bildiğin kitabı yeniden oku mır mır mır… klasiklerden! Olmaz diyorum, kırgınlıktan demlenmişcesine susuyorsun. Çekip gitmiyorsun. Belki artık doğru gözlerle bakıyorsun dünyaya. Belki ben iyimserim.
İsmi bahis olunmaz ya yine yalnız dolaştığım sokakların adını hatırlıyorum. Sonra sen araya giriyorsun, varolmaya çalıştıkça ölüyorsun. Birden anımsıyorum “Ölüler korkutmasını ne çok sever ve sen, rüyalarımı dahi süslemiyorsun.”
Kamyoncular düzgüler diziyor: “Aşk bir vişne ye ye kişne..!” Gülümsetiyor beni. Hava eksi derecelerde, soğuktan it durmuyor. Seni düşündükçe ısınıyorum demleri silinmiş artık. Yokluğun bu kadar mı sevdirdi kendini? Kalman o denli acıtıyor, bil istedim!
Çok çok sonra dönüp umudunu kaybetme diyorsun, umudumu çalan biri olarak. Kelimeleri öfkeden kudururcasına frenletiyorum. Hak, hukuk naraları siyaset meydanlarında debeleniyor ve sesleniyorum: “Ey adalet gözün açıldı artık”…