Yazar hakkında; uzun boylu, sarışın, bir o kadar da zeki bir kadın. Dönemin en iyi kadın mizahçısı da denilebilir. Geleceğin de… Türü, pek nadir bulunan hemcinslerimden olup pek bir kıymetlilerimden… Sizlere yaptıklarından, yapacaklarından, kitaplarından, kendisinden bahsetmek isterim.
Gülse Birsel, Boğaziçi Üniversitesi, İktisat bölümünü bitirmiş, bitirdiği gibi de bölümün kendisine göre olmadığının farkına vararak gazeteciliğe merak salmış! Kendisinin de bahsettiği gibi yazarlık ve oyunculuğu keyifle yapmakta, bir de üzerine para almaktadır. Ruh işini bulmuştur. Ruh eşini bulmak gibi birşey olsa gerek.
Belki ikinci baharınızda farkına varacaksınız, belki de o baharı bekliyosunuzdur, hayatınızın dönüm noktasını büyük bir sevinçle karşılayıp, devam ettirerek mutluluğa erişeceksinz. Ruh işinizi bulduğunuz gibi, ruh eşinizi de bulduğunuzda hayatın tadına varacaksınız. Ruh eşini buldum bile diyenler illa ki vardır. E peki ruh işinizi de bulmaya ne dersiniz? E o zaman, varsın hayat bildiği gibi gelsin, tepsin istediği gibi! Vız gelsin, tırıs giderek geçsin hayat…
Hayata, hayatın saçmalıklarına mizahın penceresinden bakan Gülse Birsel, 1994 yılında Colombia Üniversitesi’nde sinema üzerine yüksek lisans yapmıştır. İktisat mezunu olmasına rağmen, ekonomi dergilerinin pek iç açıcı olmadığının bilincinde olarak, 96 yıllarında Esquire ve Harper’s Bazaar dergilerinin yayın yönetmenliğini yürütmüştür. Aralık 2001’den beri sabah gazetesinde, okurlarına keyifli bir hafta sonu geçirmesi için ağlanıcak halimize güldüren(!) yazılar yazmaktadır. 2002-2004 yıllarından g.a.g. (güldüren anlık görüntüler) programı ile kendisine hayranlığım vardır. Şubat 2004’ten Haziran 2009’a kadar 6 sezon devam edip hiç sıkılmadan, tekrar tekrar izlediğimiz de bile evde kahkalara neden olan Avrupa Yakası dizisinin senaristi olduğu gibi oyuncularından birisidir de… Hafızalara kazınan, uzun bir zaman yer edip ve hatta unutamayacağımız Burhan karakterini ortaya çıkaran da Gülse Birsel’dir. “Hırsız var” filminde medya patronunun karısını canlandırırken, “7 Kocalı Hürmüz” isimli filmde; Hürmüz’ün kankasını, 1987 yılında Adile Naşit’in canlandırdığı Safinaz karakteri ile başarısını ve yeteneğini sinemada da göstermiştir. 1987 yılında Ayten Gökçer’in rol aldığı “7 Kocalı Hürmüz”ü izlemesi, oyuncu olmaya karar verme nedenlerinden birisiymiş. Nurgül Yeşilçay da kendisiyle yapılan röportajda; “özellikle Gülse ile aynı kadroda olmak benim için çok önemliydi. Bir kadın filminde, Türkiye’nin çok önemli bir kadınının yer almasını istiyordum.” demiş.
“Gayet Ciddiyim!”, “Hala Ciddiyim!”, “Yolculuk Nereye Hemşerim?” kitaplarının yazarıdır. Büyük keyifle okuyacağınız, okurken toplumun trajikomik hallerine hak vereceğiniz derecededir. Hakkikatten de öyle, vallahi de öyle diyeceğiniz tarzda kitaplardandır. Okumalık bir kitap değil, sosyal sorumluluk adına okumanız gereken kitaplar arasındadır.
Gülse Birsel’in “Velev ki Ciddiyim!” kitabı 2009 Aralık ayında Turkuaz Kitap tarafından piyasaya sunularak raflarda yerini aldı. Kendisi, yeni kitabını “Bu ülkedeki, bu gezegendeki insanlar arıza vermeye başladı! Keyifler kaçık, tepeler atık! Uçlarımız sivrildi, birbirimize batıyoruz. Mizah en iyi silah, en iyi ilaç… Son yılların popüler deyişiyle ‘Velev ki’ ciddiyim, ‘Velev ki’ ıskalamadım ve pabuç tam ‘yerine’ ulaştı!” diyerekten okurlarına sundu. Kitabın her bölümünde kısa kısa hikayelerle tipik Türk insanının muzipliklerinden bahsediyor. İçtenlikle, samimiyetle yazılmış bir kitap.
Kitaptan sizler için alıntılar yapmam gerekise, ki gerektiğini düşünüyorum, paylaşmadan pas geçemeyeceğim. Kitapta ulusa sesleniş, Türkiye’deki düzene, olan bitene, yaşanılan trajikomik hallere mizahi dilde bir yakarış, haykırış var!
Velev ki çocuksun; Uçakta 30 bin feet yükseklikte yerli yersiz anlamsızlık çığlıklar atarak.. etraftakilerin pofflamasına neden oluyorsun. Çocuğun ebeveynine karşı “ehh, işte çocuktur olur böyle şeyler” dercesine sırıtıp, çocuğun susması için agucuk yapma, çocuğa sırıtma, komik yüz ifadelerine bürünme, çoçuğun bahtına ne çıkarsa artık çantadan oyalanıcak bir şeyler çıkartma, bu kimi zaman çikolata, makyaj malzemesi, ayna vs olabilir. Bunlar veledin, susmasına bir sebep olamayabilir de! Evet o çocuk, artık bir velet, afacan bişey olmuştur ve bir zaman sonra.. Bebeğin en organize sendikadan, daha organize davranıp, hacminin on katı kadar yer kapladığında, etraftakilerinin suratında bir düşme, bitmek bilmeyen yolculuk, kasvetli bir şekilde uzayıp giderek, bu böyle devam eder. Taa ki Gülse Birsel’in önerisi dikkate alınıp, uçakta çocuklar için ayrı bir bölüm yapılana dek!
İndigo çocuklar inadına; 70’li yıllarda doğanların terbiye tesbiti; büyüklerin ellerinden öpmesi, fazla konuşmaması, yemeğini döküp saçmadan yemesi öğretildiyse çocuğa, çocuk terbiyesi konusunda zirveye ulaşılmıştır. Bu zamanlarda çocuk olan eve beyaz kumaş, dikine duran ince obje girmez, girsede uzun süre olduğu yerde kalmaz, her erkek çocuğunun içinde bir Cüneyt Arkın vardır ve koltukların tepesinden savulun uleeeyn diye naralar atarak bir başka koltuğun diğer tepesine zıplayabilme hayal gücü ile donatılmıştır çocuklar. Şimdiki zamane çocukları, pc başından kalkmadıkları için evin her köşesine obje kondurabilirsiniz.
Gülse Birsel, Velev ki öğrencisin; diyerekten kız öğrencilerin eli ayağı oluyor. Dile getiremediklerini kaleme alıp MEB’e sesleniyor. “MEB, Türk lise eğitiminin en büyük problemini keşfetti ve okullara bununla ilgili bir genelge gönderdi! Kız öğrencilerinin eteklerini belden katlayarak kısaltması!” Öğrencilere Diz üstü bilgisayar temin etmek yerine, Milli Eğitim Bakanlığı diz üstü etek konusuna genelge çıkarmış, yıllardır bu durumla başa çıkamamıştır. Kuşaktan kuşağa da devam etmiştir bu gelenek. Ablalarımız yapardı, biz yaptık, hala kız kardeşlerimiz yapıyor! Kız lisesinde olsa bile o etekler 3-4 kat kıvrılır, katlar görünmemesi için gömlek dışarı çıkartılır. Durum budur! Kimi zaman da iğrenç bir hal alır, 1. sınıftakiler, tabirimizce çömezler pek beceremezler, bilemezler haliyle ehli olamamışlardır… Ve etek arkadan kısa dururken, önden uzun görünerek komik bir hal alır! Gülse Birsel; “Ergenin her yaptığında mantıklı bir şey aramıyacaksın.” der! Sağlıklı bir insan niye dilini deldirip küpe takar? Dengeli bir insan, niye kalçasından düşmek üzere olan dört beden büyük pantolon giyer? Niye kirli saçı, temiz saça tercih eder? Niye yaşadığı en büyük acıymışcasına konser bileti bulamamaktan yakınır. En güzel yanı da bu dönemin çabuk geçmesidir.
Eğitim öğretim hayatımızda ne kadar da gereksiz detaylara takılmışız, okul bittikten sonra, genel kültür seviyesinde bilmemiz gerekenleri bile hatırlamıyoruz! Gülse Birsel de haala lise eğitiminden eksik kalmış bazı temel bilgileri tamamlamaya çalışıyor. İleride trekking’ci tayfasına madara olmamak adına çalışma odasında harita asıyormuş. Demek ki okul bittikten sonra hangi şehirde incir, üzüm yetiştiriliyor ise bizleri çok da fazla ilgilendirmiyor. Malumunuz metropol yaşantısında en GDO’lusundan bol bol tüketiyoruz, afiyetle! Aruz vezni çoğumuzu edebiyattan sınıfta bırakmak, ne bileyim ömür boyu şiir okumaya tövbe ettirmek dışında, hiçbir işe yaramadı!
Solak arkadaşları buraya davet ediyoruz; okul döneminin başlangıcında “cici elinle yaz” baskısı başlar. Ama cici elin yazası yoktur. Bu konuda çocuklara çok fazla baskı yapmamak gerek. Zira istatistiklere göre, solaklarda daha yüksek tansiyon problemi, hassas bağırsak sendromu ve şizofreni görülüyor. Anlıyoruz ki eğitimcilerin ampirik bilgileri yabana atılmamalı, solaklara baskı yapılınca manyak oldukları inanışın bir temeli varmış! Leonardo da Vinci, Michelangelo, Isaac Newton ve Albert Einstein’ın da solak olduğunu göze alarak yaratıcılık ve zekanın getirdiği bir yan etkisi diyebiliriz.
Araştırmalar ergenlik çağındaki gençlerin vücut saatlerinin erişkinlerden ve çocuklardan farklı çalıştığını gösteriyor. Bunun en iyi örneği okul servisleri, Yaşayan ölülerin sabahı! Yaşları 12 ile 18 arası gençlerden akşamüstü, okul dan dönerken şöförü isyan ettirecek derecede curcunaya sebep olan bu ergen zombilerin, sabahları çıtı çıkmıyor. Başka bir araştırmaya göre ilk derste uyuya kalan gençlerin oranı yüzde 28. Kimi zaman yüzde 50’lere varıldığı da kesin. Gençlerin, geleceğimizin, yeni nesilin daha verimli eğitim alması, algılaması açısından ders saatlerinin biraz daha geç olması gerekir. Zira İstanbul gibi bir şehrin, trafiği de bir nebze nefes alacaktır.
Gece kuşlarından mısınz? Sabah insanlarından mı? Bende her ikisinden yarımşar olarak var. :) Sabah insanı neşelidir, disiplinlidir. Onun grip aşısı, plaja giderken yedek mayosu, gardırobunda klasik bir siyah takımı, dondurucusunda acil misafir için milföy hamuru vardır! Gece kuşu ise sabaha karşı acıkınca evde bulunan ekmek ve salçadan yalancı makarna yapmayı, ödünç almayı, arkadaştan otlanmayı sever! Geceleri diğerleri uyurken, bunlar hoplayıp zıplıyor, yiyecek arıyor, sabah olduğunda kaşına kaşına uyumaya devam ediyorlar!
Ne yazık ki bizden pek mucit çıkmaz! Yani Türkiye, tam anlamıyla bir “bilim cenneti” değildir, itiraf edelim! Belki “icat çıkarma şimdi!” kültürü pek bir yaygın olduğundan. Belki de eğitim sistemimizin sonucu. İlkokul eğitiminde bilim ve icatların deneysel uygulaması, fasulye deneyinde şahikaya çıkar ve orada kalakalırdı! Okul laboratuvarları adeta “bilim tarihi müzesi” olarak hizmet verebilir.
Hayatın curcunasından yorulup emekliliğinizi isteyenlerden misinz? Eğer emekliyseniz, ağır ağır yürüyüşe çıkabilir, bakımsız olabilir, saatlerce öylece oturabilir, boş bakabilir, sorulara cevap vermeyebilir, erken yatabilir, geç kalkabilir, günün her saatinde uyuyabilir, herşeyi kaçıırabilir, unutabilir! “Emeklilik statüsü, istediğin zaman istediğin sefilliği yapabilme ve bunun için imajınla, kariyerinle, sosyal hayatınla, aşk yaşamınla ilgili hiçbir bedel ödememe demektir. Ama nedense hiçbir emekli bu sonsuz özgürlüğü, mutluluğu, bu coşkuyu idrak edemez. Onların tercihi de aktif olmaktır.”
Gülse Birsel, daha nice hikayesini okuruyla paylaşıyor, şiddetle tavsiye edilir bir kitap!