Her şey bir merhaba ile başladı. Yanında sıcacık bir gülümseme. Sonrasında tanışma faslı.. Adı ne, nerede oturur, nelerden hoşlanır, kimleri okur..
Ailelerden bahsedilir sonra, ikimiz de ailelerimizin tek çocuklarıyızdır. Gittikçe artıyor ortak noktalarımız. Konuştukça daha da yakınlaşıyoruz birbirimize. Dünya görüşümüz, dinlediğimiz müzikler, haksızlıklara tepkilerimiz, edebiyata olan tutkumuz, ileriye yönelik hayallerimiz, hayallerimizin temelinde yatan nedenlerimiz.. Günler geçiyor, paylaşımlar artıyor, sevgimiz çoğalıyor, günler geçiyor.. Derken, hayallerimizi on ikiden vurmayı başaramasak da temelinde yatan nedenlere başka şekilde ulaşmayı seçiyor ve ayrı yerlere sürükleniyoruz. İkimizde çok memnun değiliz seçtiğimiz yaşamlardan ama bizim işte yaşıyoruz.
Hatta bir süre sonra kaptırıyoruz kendimizi ucundan iliştiğimiz yaşamlarımıza. Bir akşam cevaplanan telefonun diğer ucundan Cahit Berkay’ın sesi geliyor. Arkasından daha güçlü bir ses: “Sana gelsin” diyor. Mutlu oluyorum unutulmamış olmama. Yaz tatillerinde bir araya gelebiliyoruz artık. “Hayallerimizin neresindeyiz”i konuşuyoruz. O birine aşık oluyor bu arada. Artık hep onu konuşuyoruz. Üzülüyor, ben üzülüyorum; seviniyor, ben seviniyorum. Fakat bir süre sonra bakıyorum ki, konuşamaz oluyoruz. Çünkü o gidiyor ve yerine aşık olduğu kişi geliyor. Kayboluyor adeta aşık olduğu kişinin benliğinde. Anlayamıyorum onu ve aşkının şiddetini. Görüşemiyoruz artık eskisi gibi. Belki de görüşmeyi tercih etmiyoruz. Ama biliyorum hayatındaki gelişmeleri. İçimdeki derin sevgi bitmiyor çünkü. Nasıl bitebilir.. Onun gibi dürüst ve tertemiz birini sevmeyi nasıl bırakabilirim? Onun üzerinde her sözü söyleme hakkımın bulunduğuna inanarak, sarf ettiğim asabiyet dolu sözlerimi yumuşacık tavrıyla geri çevirebilen birinden nasıl vazgeçebilirim? Bendeki de çok sahiplenmek, anaç ruhlu olmak, sözde tehlikelerden korumak güdüsü işte..
Bir gün hayatındaki en önemli haberi vermek için arıyor beni. “Nişanlanıyorum” diyor.. İnanamıyorum. O aşka dair yaşadığı bütün badireleri ayrıntılarıyla bilen biri olarak, bu haber beni şaşırtıyor aslında. Aşıyor demek ki engelleri. Kavuşuyor aşkına. Mutlu oluyorum. Dedim ya, sevinci sevincim oluyor. Görüşemesek de uzun süre, tahmin edebiliyorum ve hatta hissediyorum o heyecanını. Zorunlu bir nedenden dolayı şehir dışındayım ve o mutlu gününde yanında olamıyorum. Çok üzülüyorum. Çünkü göbek atmayı, nişanlanan çiftten sonra en çok hak edenlerden biri olduğumu düşünüyorum.
Şehir dışından döndükten sonra onu görmeye gidiyorum. Tebrik ediyorum. Hediye alıyorum giderken, bana bolca pasta yap diyorum hediyemi verirken. Tabi ki diyor yüzünde şimdiye kadar görmediğim bir ışıltıyla. Ve biz o gün tüm geçmişimizi konuşuyoruz. Hayatımızdan akıp gidenleri, paylaştıklarımızı, kızgınlıklarımızı, tamir ettiklerimizi ya da etmeyi beceremediklerimizi.. Büyüdüğümüzü fark ediyoruz sonra. Meğer ne kadar olgunlaşmışız. Bakış açılarımız değişmiş. O ben olmuş, ben ise o.. Artık onu anladığımı anlatmaya çalışırken, o da şimdiye kadar benim haklı olduğumu söylemeye çalışıyor. Günah çıkartıyoruz adeta. Sana çok kızıyordum biliyor musun çünkü şundan dolayı diye başlıyorum.. Evet evet haklısın diye devam ediyor. Ve biz yine iç içe geçtiğimizi görüyoruz. Zaman bir şey götürmemiş bizden neyse ki. Mutluluğumuz artıyor.
Akşam yemeğine davetli misafirler için hazırlanan sofra takılıyor gözüme. Bak kalıyorsun yemeğe sen de diyor ama üzülerek gitmem gerektiğini söylüyorum. Bu arada nişan için yapılan bütün alışverişleri yığıyor önüme. Bayılıyorum özenle hazırlanmış çeyizine. Darısı başına diyor gülümseyerek..
Ve ayrılıyorum evden. Beni gideceğim yere arabasıyla bırakıyor. Vedalaşıyoruz. Yeniden görüşmek üzere sözler veriyoruz. O sözünde durmuyor. O gün onu son görüşüm oluyor.
Mehtap’ım seni çok özlüyorum..
Rahat uyu dostum..