Altının özellikle çizilerek belirtilmesinde fayda olduğunu düşündüğüm tek başına sıfatını layıkıyla hak edecek nitelikte ve 2015 Ağustos’undan bu yana bizlere her sabah hakikati ulaştırmaya çalışan bir insanın tanıtılması bana mı düşerdi bilmiyorum ama en azından yazılması gerektiği konusunda kimse elimi tutamazdı. Sonuç olarak bahsedilmesi elzem bir takım unsurların mutlaka anlatılması şart oldu benim için. Kendisini altı senedir takip eden bir izleyici olarak yazılması gerekli bir ödev yazısı bu belki de.
Bugün artık ana akım olarak nitelendirilen medyada sunulan haber niteliğindeki bilgilerin birilerini tatmin etmediği herkesin malumudur. Bu tatminsizlik durumu, doğru bilgiye ulaşmak isteyenler açısından olduğu kadar bu akımlardan gelip de artık burada aktarılacak bir bilgi kalmadı diyen gazeteciler için de son derece geçerlidir. Mesleğinin niteliğini düşünerek hareket eden, bu iş daha nitelikli bir şekilde de yapılabilir ve bunun da mutlaka bir yolu vardır demenin bütünleşmiş bir halidir aslında Ünsal Ünlü.
İlk izlediğim tarihi hatırlamıyorum ama izlediğim ilk andan beridir memlekette yaşanılan ve gündemi bir şekilde etkilemiş ya da gündemin merkezine girmemiş ancak onun radarına takılan önemli olan hususlarda Ünsal Ünlü’nün bakış açısı benim için hep ufuk açıcı olmuştur. Bu demek değildir ki gelişen olaylar karşısında aldığı her tavır tarafımca onaylanıyor ve o tavrın arkasında duruluyor. Zaten kendisinin de beklentisi kesinlikle bu yönde değil. Her gün tekrarladığı ve yayınlarının mottolarından da biri olan “Evet, biz hayata aynı yerden bakmıyoruz.” cümlesi onun bu çabasının da görmezden gelinmemesi gerektiğini vurgular nitelikte.
Yaşanılanlar karşısında takındığı tavra yayın esnasında tepki gelmesi üzerine bunu kibirle geçiştirmeyip cevap verme çabası ya da daha sonra kendisini e-posta yoluyla eleştiren herkese cevap vermeye çalışması bu güne kadar örneklerine pek rastlanılmayacak tarzda bir etkileşimselliği içinde barındırdığının da göstergesi bence. Elbette ki yayıncı olarak kendisinin kontrolünde ilerliyor programı. Zira böyle olması yaptığı işin doğasında var. Ancak kendisinin de ısrarla belirttiği şekliyle yaptığı yayını izleyicilerle birlikte gerçekleştirmesi gazeteciliğin halka doğrudan ulaştırılması ve gelen tepkilerin mümkün olduğunca karşılıksız bırakılmaması bakımından takdir edilmesi gereken demokratik bir çabadır.
Ünsal Ünlü’nün yayınında başka yerlerde pek rastlanılmayan hususlardan biri de kendisinin konuşulan her konuyu eğip bükmeden “aman birilerinin hoşuna gitmez, dur bunu söylemeyim ayıp olmasın” tavrında olmadan söylemesi. Yayının en önemli mottosu da olan “patron kızar mı demeden” söylemi “yakın durduğu düşünülen cemaat de kızmasın demeden”e evrilerek her çevrede ne tarz haksızlıklar yaşanıyorsa sözünü sakınmadan söyleyebilmesine yol açıyor ve bu durum yapılan işin niteliğini artıran önemli bir unsur olarak karşımıza çıkıyor.
Günümüzün en can sıkıcı mevzusu olan belirli fikirlerin kısıtlı bir çevrede ifade edilmesi ve sadece karşı tarafın eleştirilmesi ile oluşan fikirsel gettolaşmaya karşı duran bir tavrı var Ünsal Ünlü’nün. Farklı yolları birleştirebilen ve her derdin sesi olmaya çalışan çabasında bence çok yol kat ettiği tartışmasız bir şekilde karşımızda durmaktadır. Vurgulanması gereken önemli bir husus da her sabah değerlendirdiği ana akım gazetelerin yanında okuduğu Evrensel ve Birgün gazetelerinin ilk sayfalarını da ele alması ve burada habercilik adına yapılan çalışmalardan da bahsetmesi. Bu iki gazetenin varlığından bile haberdar olunmadığı bir ortamda her sabah bu gazetelerde yer alan haberleri izler kitlesine ulaştırması da belirtilmesi gereken bir durum.
Günümüz kes-kopyala-yapıştır mantığının her alanda olduğu kadar gazetecilikte de olduğunu inkâr edemeyiz herhalde. Aynı haberin aynı metinle farklı farklı yerlerden okunduğu gerçeğinden hareket eden Ünsal Ünlü yaptığı işle bu durumu eleştiriyor ve aynı zamanda da bu durumun önüne geçmeye çalışıyor. Kabul edilmesi gereken bir gerçek var o da Ünsal Ünlü’nün gündemin önünden gittiği ve hatta bazı zamanlarda gündemi de belirlediği. En çok yakındığı ve benim de haklı bulduğum durum ise ilk olarak kendisinin gündeme aldığı tespitlerinden yararlananlar tarafından kendi isminin zikredilmemesi.
Kendisini yıllardır takip eden bir izleyicisi olarak mevcut medyadaki durumun haline bakıldığında tek başına yürütülen bu çabanın sonuçsuz kalmadığı, hakikate ihtiyacı olan insanlar arttıkça yaptığı işin daha da kıymete bindiği de bir gerçek. Bir de tabi bu kadar karanlık bir ortamda doğruyu söyleme konusunda herkesin sessizliği kendine yoldaş bellediği bir dönemde söylenilmesi zor olanları ifadelendirmesi de gelecekte bu dönemleri yazanlar için bir ışık olacaktır Ünsal Ünlü’nün yaptıkları. Çünkü herkesin yaptığını iddia ettiği ama kimsenin yapmaya cesaret edemediği bir işi yapmaya çalışıyor Ünsal Ünlü. Ve ısrarla…
Eleştirel bulduğum görüşlerine gelince; burada da belirtmek gerekir ki katılmadığım bu görüşlerdeki muradım kendisine bir mesafe koymak değil sadece bu görüşlerin de tartışılıp ortak bir noktaya nasıl ulaşılırın dert edilmesidir. Zira derdim farklı bir görüş dile getirip ayrı bir kutuplaşma yaratmak değil tartışarak uzlaşma yoluna gitmektir.
İlk konu yayınlarında yeri geldiğinde tekrarladığı bir ifade. “Bu ülkede öyle bir durum var ki insanlar kökenlerini gönül rahatlığıyla söyleyebiliyor, ben Kürt’üm demek demokratlık ancak ben Türk’üm demek faşizm.” Kişisel olarak kimsenin etnik kimliği ile bir sorunum olmasa da bu ülkede diye genelleştirilen ortamda Kürtler kökenlerini gönül rahatlığıyla dile getiriyor kısmı kabul edilebilir ifadeler değil. Bırakalım etnik köken ifadesini, nereli olduğunun dillendirildiği anda bile ötekileştirme başlıyor ve üstelik bu durumu kendi yaşadığım sayısız örneklerle de anlatabilecek durumdayım.
2000’li yılların başında İzmir’de üniversitede öğrenci iken en çok hatırladığım tartışma konuları Kürt diye bir milletin var olup olmadığı ile ilgiliydi. Şimdi en azından böylesi bir ret yok ancak bu kabul etme hali insanların kimliklerini açıkladığında kendilerini gönül rahatlığıyla ifade ettiği bir ortamda bulundukları anlamına gelmiyor. Ayrıca halk nezdinden böyle işlemediğine ilişkin sayısız haberler zaman zaman gündemi işgal etmekte iken böyle bir genelleme bana göre hata barındırıyor. (Alakasız gelebilir ama ifade hürriyetin en olmazsa olmaz yerlerinden biri olan mecliste Kürdistan tabirini kullanmanın yasak olduğu bir dönemdeyiz.) Sonuç olarak bu söylemin ülke gerçeği ile uyuştuğunu düşünmüyorum. (Aksi yönde olduğunu düşündüğüm hem kişisel hem çevresel hem de ülke gündeminde sayısız örnekler sunabilirim ama ifade etmek istediğim genel çerçeve bu olduğundan uzatmak istemem.)
Diğer bir konu ise yine hayata soldan baktığını söyleyen Ünsal Ünlü tarafından zaman zaman zikredilen “Türkiye’nin sağcısı da solcusu da günü geldiğinde kıçın kıçın Atatürk’e yanaşır.” ifadesi. Sağcıları bilmem ama solcuların Atatürk’e kıçın kıçın yanaşması ibaresi, solun hele hele Türkiye’deki solun kendisiyle çelişmesi anlamına gelir. Bir mayıs kutlamalarının yasaklandığı, sendikal faaliyetlere izin verilmediği, en ufak bir örgütlemenin dahi devletin baskısı ile karşılandığı, çok sayıda sol aydına yönelik tutuklamaların gerçekleştiği bir dönemin önemli figürüne solcuların kıçın kıçın yanaşması eşyanın tabiatına aykırı olsa gerektir.
Ünsal Ünlü ısrarla Atatürk’ü de bir insan olarak gördüğünü ve hatalarının da olduğunu ve dahi eleştirilmesi de gerektiğini söyleyip ardından bu tonda bir ifade ile kendiyle çelişmesi anlaşılır olmaktan uzaktır. Hiç kimse eleştiriden muaf değildir. Cumhuriyetin önemli bir figürünün eleştiriye konu olması da cumhuriyetle hesaplaşma anlamına gelmez. Bu eleştirilerin yapılma gayesi daha iyi koşullara ulaşmak için geçmiş dönemde yapıldığı düşünülen hatalardan ders çıkarılıp gelecekte temkinli davranarak daha sağlıklı toplumsal koşullara ulaşmak içindir.