Bu yazacağım yazıyı mana boyutu ve musiki anlatımı ile siz okurlarıma sunmak istiyorum. Ten kafesi aslında düşünüldüğünde inanılmaz bir terimdir. Çünkü cümlenin içi hem çok doludur hem de doldurulması gereken bir bilgi gerektirir. Demek oluyor ki vücudumuz bir ten kafesi olarak telaffuz edildiğinde bizleri belki de hiç farkında olmadan bir mana boyutuna taşır. Vücudumuzu saran derimiz yani tenimiz, fiziksel cüssemiz bizlere bakan yönü ile somut ve gerçektir. Fakat tenin kafes ile alakasını bütünleştirdiğimizde karşımıza vücudumuzu saran kuşatan bir kafes olgusu çıkar. Ten ile kafesi ayırdığımızda ise sanki ten kafeste sıkışıp kalmış ve orada tutsak olmuş, bu tutsaklık tene acı ve hüzün veriyor diye düşünmemize yol açar. Halbuki cümlemizi bir bütün olarak ele alırsak görürüz ki, (tenkafesi) bir tek olgu yani bedenimizi temsil eder. O halde ten kafesinin içinde bulunan bir varlıktan söz etmek böyle bir kafeste var olan nedir diye kendimize sormak hiç şüphesiz o varlığa RUH dememizi sağlar.
Bu konu Hz. Mevlana’nın sıkça bahsettiği ve tasavvufun temel taşı niteliğinde olan bir kavram bütünlüğü, bir düşünce ve de tefekkür konusudur. “Ruh bedenden beden ruhtan ayrı değildir. Fakat onu görecek göze de ruhsat yoktur.” diyen Hz. Mevlana bedenimizin ve ruhumuzun bütünlüğünden bahsederek insan denen canlının sadece et ve kemikten meydana gelmediğini onu asıl insan yapan ruhumuzun var olduğu fikridir. Bedenimiz şehadet aleminden ruhumuzda gaip alemindendir. Her ikisi de bizi bir ömür taşır. Beden dünyada ölürken ruhumuz tekrar ahirette doğar. Beden can çocuğuna gebedir. Bir ömür vücudunuz bu dünya aleminde onu taşır ve besler. Ölüm ise ruhun bir başka alemde doğması hadisesinin sancısıdır ki tıpkı anne karnındaki bir bebeğin hayata gözlerini açmasına kadar olan sancılı bir durum gibidir. Ahiret alemine göç etmiş ruhlar yer yüzünde bir kişi öldüğü zaman bakalım bu alemde doğacak ruh sevinerek mi, korkarak mı dirilecek o ruh nasıl bir durumda olacak güzel mi, çirkin mi haşrolacak diye beklerler.
Bu konuyu mana ışığı altında incelediğimizde görürüz ki biz insanlara düşen en büyük vazife, beden ve ruh ilişkisini kavrayıp birbirine zıt gibi duran (soyut ve somut) olguyu Kuran ışığı altında kavrayabilmektir.
Konunun musiki ilmi ile olan ilişkisini de acizane kendimin geliştirmiş olduğu ve çağrışım yolu ile algılama açısından tasavvufi ve dini konuların daha anlaşılabilir bir hüviyet kazanmalarını sağlamak için bir metot olarak görülebilmesine çalışmaktayım.
Örneğin ele aldığım bu müstesna konuyu daha iyi anlaşılabilir kılmak için ten kafesini kanun sazına, nefesi de neye benzeterek teşbih sanatı ve çağrışım metodunu konferanslar ve sohbet programları yaparak aynı zamanda sazlarla icra ederek anlatıyorum. Kanun sazı yapılış itibari ile bir beden hüviyetindedir. Çünkü tahta gövdesi ağaç olup toprağın bir parçasıdır. Telleri ise bir kafes gibi sıralanmış 72 adet olan toplam tellerde nerede ise bir insan ömrüne denk gelir. Ayrıca genelde Türk musikisinde kullanılan ve özellikle kanun sazında bulunan 3 oktavlık ses yapısı insan hayatının 3 evresini anlatır. Ana rahminde yaşanan 3 evre (Müminin suresinde) yaşanılan hayatın 3 evresi, yani çocukluk, olgunluk ve ihtiyarlık dönemleri gibi. Daha da önemlisi akort sistemidir ki icra sırasında genellikle teller birbiri ile akort edilir. Çünkü 3 tel birlikte sıralanmıştır. Bu teller önce birbiri ile kaynaştırılıp daha sonra oktav sesleri ayarlanır. Aslında her bir ayarlanış hayatımızın bir akordu gibi ahenk bulması içindir.
Kanun sazının ayrıca özel bir kılıfı vardır ki sazı dış etkenlerden korur ve onu çepeçevre sarmalar. Çok hassas olan bu yapıyı korur ve gözetir. Düşünüldüğünde bir saza gösterilen bu hassasiyet aslında bizim de bedenimizin korunması adına tıpkı üzerimize giydiğimiz elbiseler gibi algılanması hiç de yanlış olmaz.
Ney sazının nefes ile olan alakasını incelersek görürüz ki, kamışlıktan koparılmış bağrı delik deşik edilmiş, kızgın ateşlerle yakılıp üzerine delikler açılmış ve her bir boğumuna prangalar (teller) bağlanmış, benzi solmuş, sararmış, yalın, sade fakat BİR olmayı anlatan o müstesna ses yapısı ile ELİF olma özelliğini daha ilk bakışta bize anlatan bir musiki aletidir. O saz ki nefes ile çalınıp Allah’ın bize ruhumla üfledim dediği (nefta) ve Hz. Mevlana’nın mesnevisinde ilk 18 beyitte anlattığı bir remiz (simge) olarak insan-ı kâmil benzetmesine layık olur. Sonra üflendiğinde ondan çıkan seslerin insanları nasıl etkilediğini maneviyatımızın nasıl değişip geliştiği, belki de hiç düşünmediğimiz mana yönümüze bir vasıta olabileceği daha iyi anlaşılır. Çünkü Allah’ı bulma yolunda sesi ile kalplere direk çarparak ruhların etkilenmesini sağlar. Bizi çok başka alemlere götürür. Hz. Mevlana’nın dediği gibi onun sesi hava değil ateştir, kimde o ateş yoksa yok olsun der. Kalplerin ve ruhumuzun beslenmesine bir araç olarak musiki, özellikle ney sesi bizleri ruhen yüceltir. İşte anlatmaya çalıştığım bu iki saz birbirlerine o kadar uyumludur ki, benim şahsen araştırmalarımda elde ettiğim inanılmaz uyumlu sazlardır. Yukarıda yazdığım beden ve ruhun birlikteliğine tercüman olan bu iki sazdan başka bir müzik aleti olacağını sanmıyorum. Ayrıca Allah’ıma şükür ederek, kanun sazını benim ikiz kardeşimin icra etmesi bir neyzen olarak bu iki sazın bir bütünlüğünün tıpkı bir anadan doğan bizler gibi inanılmaz eş olması ne kadar manidardır. Hamdolsun.