İnancımız ne olursa olsun, dünyaya gelmek, hepimiz için büyük bir ayrıcalıktır. Çünkü hayat, “var olmak” demektir. Var olmak ise, yaşam koşullarımız nasıl olursa olsun, bize sunulan bir hediyedir. Yaşamak yolunda kazandığımız ilk yarıştır ana rahmine düşmek. Düşünsenize babanızın milyonlarca spermi içinde hedefe ulaşan, yarışı kazanan siz oldunuz. Kutlarım!
Günlük koşuşturmacalar, karşı karşıya kaldığımız sıkıntılar, zorluklar zaman zaman hevesimizi azaltsa, moralimizi bozsa da büyük çoğunluğumuzun hayata olan bağlılığını eksiltmiyor. Yoksulluk, hastalık, işsizlik, terk edilmişlik, çaresizlik dönem dönem elimizi kolumuzu bağlasa da bizi “hayattan vazgeçirmiyor”.
Üstesinden geldiğimiz ya da gelemediğimiz her zorluğun sarsıcı etkisi azaldığında pek çoğumuzun ağzından “yaşamak, her şeye rağmen yine de güzel” sözleri dökülmüyor mu? Ya da “her şeyin başı sağlık” derken kastettiğimiz şey aslında hayata olan bağlılığımız değil mi?
Hayatındaki en büyük korkusu ölmek olan şair Cahit Sıtkı Tarancı’nın “Yeter ki gün eksilmesin penceremden” dizeleri hayata olan bağlılığın bir ifadesi değil de nedir?
Yalnızca nefes almak bile hayatı bu kadar çekici ve vazgeçilmez kılarken, hayatımızı anlamlı kılan, bazen üzen, bazen sevindiren ama sonuçta bize varlığımızı hissettiren, ilişkilerimizi bir düşünsenize. Bu ilişkilerin zorluklar yaşansa da sürüp gittiğini, hayatımızı birileriyle paylaştığımızı ve her paylaşımın kendimizi daha değerli hissettirdiğini bir hayal etsenize…
Sevgi, ilgi, anlayış gördüğünüzü ve gösterdiğinizi…
Sizi samimiyetle dinleyen birilerinin var olduğunu…
Farklılıklarınızın, hatalarınızın hoş görüldüğünü; sizin de insanları hoş gördüğünüzü…
İnsanları ikna ettiğinizi, onların beyinlerinde ve yüreklerinde iz bıraktığınızı…
Evde, işyerinde, sokakta gerginlik olmadığını…
Sizden bir tane daha olmadığının size hissettirildiğini bir düşünsenize…
Çok ideal bir durumdan söz ettiğimin farkındayım. Ancak yukarıdaki manzaranın binde birini dahi yaşayacağımız bir hayat sizce “tatlı hayat” değil midir?
Ve tatlı bir hayata karşı en büyük borcumuz “mutlu olmak” için çaba göstermektir desem çok mu abartmış olurum?