Çocukken ülkemin sahip olduğu coğrafi kaynaklarla ilgili her şeyin, güllük gülistanlık olduğunu sanırdım. Gürül gürül akan suların, çeşit çeşit ağaçların ve soyu tükenmemiş bir sürü hayvan türünün sadece benim ülkemde olduğunu sanırdım. Sanırdım; çünkü ilkokulda bize böyle öğretilmişti. Sosyal bilgiler dersinde gördüğümüz akarsu haritalarının dört bir yanı masmavi çizgilerle dolu olurdu. Bitki örtüsü haritası ise, yeşilin tüm tonları ile alabildiğine renklendirilirdi. Öğretmenimiz Türkiye’nin su ve bitki örtüsü yönünden ne kadar zengin olduğunu uzun uzun anlatırdı. Şimdi düşündüğümde tüm bu anlatılanlar aklımda kalmış eski bir hikaye gibi. Aslında o zamanlar ne kadar güzel bir dünyada yaşadığımı, şu an daha iyi anlıyorum. Suyun, yeşilin günden güne azaldığı şu günlerde çok daha iyi anlıyorum.
Sizde son günlerde kuraklık ile ilgili haberleri mutlaka duymuşsunuzdur. Barajlarımızın su seviyesi kritik düzeylere iniyor. Pek çok havza ve gölün suları çekiliyor. Tarımda yeterli sulama yapılamadığı için mahsuller filizlenemeden toprağın altında kuruyor. Bunun sonucu olarak ise, çok ciddi bir kuraklık tehlikesi baş gösteriyor.
Peki, biz bu noktaya nasıl geldik? Bu noktaya, ülkemizde her daim var olan o iyimser havayla ve “bize bir şey olmaz” mantığıyla geldik. Öyle ki yapılan son araştırmalar, aslında Türkiye’nin hiçbir zaman su zengini bir ülke olmadığını ortaya çıkardı. Çünkü bir ülkenin pek çok yanının denizlerle çevrili olması veya birçok akarsuya sahip olması, onun su zengini bir ülke olduğu anlamına gelmiyor. Burada önemli olan kıstas, sahip olduğu suların ne kadarının tatlı su olduğudur. Türkiye ise, bu yönden bakıldığında ne yazık ki o kadar şanslı bir ülke değil. Son verilere göre; eğer Türkiye önlem almazsa, 2030 yılında su kıtlığı bulunan ülkeler arasına girebilir. Su zengini olduğu inancı ile büyüyen birçok nesil için bu haber çok şaşırtıcı olabilir. Fakat tehlike, sandığımızdan çok daha yakınımızda…
Gezegenimizin dolayısıyla da ülkemizin doğal dengesi bozuluyor. Atmosfere saldığımız gazlarla havayı ısıtıyoruz. İklimleri değiştiriyoruz. Böylece su kaynaklarını buharlaştırıp yok ediyoruz. Bunu tüm insanlar olarak el birliği ile yapıyoruz. Farkında olarak veya olmayarak… Gelecek nesillerin hakkı olan kaynakları ellerinden alıyoruz. Bugünden geleceğe borçlanarak, yarınlarımızı zora sokuyoruz. Çevremize geri dönüşü olmayan zararlar veriyoruz.
Amacım içinizi karartmak değil; sadece gerçeklere birazcık da olsa dikkatinizi çekebilmek. Her gün içtiğimiz, musluktan hiç düşünmeden akıttığımız suya daha farklı bakabilmenizi sağlamak. Sınırsız sandığımız bu kaynağın günden güne azaldığını, bir gün musluklarımızın sonsuza kadar işlevsiz kalabileceğini anlamanızı sağlamak. Bu muhtemel sonla karşılaşmak istemiyorsak, hepimize büyük görevler düşüyor. Belki bugüne kadar suyumuzun sınırlı olduğunu, bitki örtümüzün ise korunmaya muhtaç olduğunu akıl edemedik. Fakat artık kırılma noktasına doğru hızla yaklaşıyoruz. Hepimiz, geri dönüşü olmayan bu noktaya ulaşmadan önce silkelenmeli ve üstümüze düşen sorumlulukları yerine getirmeliyiz. Bunun için; evimizdeki suyu dikkatli kullanmalı, boşa akıtmamalı ve fazla suyu gider deliklerinden dökmek yerine farklı alanlarda değerlendirmeliyiz. Bunlar basit ama işlevselliği büyük olan çözümlerden sadece bir kaçı. Lütfen suyumuzu israf etmeyelim. Nasıl bir dünyada yaşamak istiyorsak, yarınlarımıza da öyle bir dünya bırakalım. Kendimiz ve gelecek nesillerimiz için yaşanabilir bir dünya…