Var oluşun sırrı “sonsuzluk”tur…
Bu sır, sonsuzluk kavramının içinde yatan birkaç gizli şeyin toplamıdır. Veya sonsuzluğun, büyük ve küçüğün veya başlangıç ve son’un varlıklarını ne kadar yok saydığının gizli ve kaybolmuş bir varsayımıdır.
Şimdi soruyorum;
“Büyük ne kadar büyük, küçük ne kadar küçüktür?”
Bu soruya hepimizin, kendimizce cevaplar üretebildiğini duyar gibiyim. Cevabı verebilmemizin sebebi ise, yaptığımız en büyük hatalardan biri olan, kendimizi ölçüt olarak alıp soruya öyle yaklaşmamızdır. İdrak etmemiz gereken şeylerden biri ise, ölçütün kendimiz olmadığıdır. Ölçüt, evrendeki somut ve soyut her şeyin ve algılanamayan her şeyin varsayımının toplamıdır. Tekrar sorumuza dönelim. Umut kırıcı bir yaklaşım olacak ama bu sorunun kesinlikle bir cevabı “yoktur”. Ve iddia ediyorum, insanoğlu mantık yasalarına sahipken bu sorunun cevabı hiçbir zaman verilemeyecektir. Ancak, neden bu sorunun bir cevabı olmadığının yanıtını verebiliriz…
Evrenin en ücra köşelerinde çekilmiş ve inanılmaz büyük bir alanı kaplayan makro bir fotoğrafı karşınıza koyun. Sonra da, elektron mikroskobuyla çekilmiş ve inanılmaz küçüğü gösteren mikro bir fotoğrafı onun yanına koyun ve karşılaştırın. Göreceğiniz tek şey, ikisinin de birbirine gerçekten de çok benzediği olacaktır. Yani, eğer hangi fotoğrafın büyük, hangi fotoğrafın küçük olduğunu bilmeseniz, hangisinin büyük veya küçük olduğu konusunda gerçek cevabı veremezsiniz. İşte buradan şu inanılası güç sonuç çıkıyor; bizim en büyüğümüz, bir başkasının en küçüğü, en küçüğümüz ise bir diğerinin en büyüğü olabilir.
Her şey daha yeni başlıyor. Bir daha düşünün, en büyüğe ulaşmak için uğraşıyoruz. Daha büyüğe ulaşıyoruz, daha da büyüğüne ulaşıyoruz. En büyük diye varsaydıklarımıza ulaşıyoruz. Sonra bir bakıyoruz ki, bu sadece evrenin küçük bir parçasıymış. Elektron mikroskoplarıyla en küçüğe bakıyoruz. Derine indikçe iniyoruz. Kuantum fiziğiyle her geçen gün daha da küçüğe ulaşıyoruz. “Evet, budur” diyoruz. Sonra anlıyoruz ki, daha küçük şeyler varmış. İşte şimdi sonsuzluk kavramının ne kadar gerçek, hatta gerçekten de öte bir şey olduğunu anlıyorum. Bunun sonu yok ki! Ne kadar dibe inersek inelim, hiçbir zaman en son’u göremeyeceğiz. Ya da ne kadar büyüğe ulaşırsak ulaşalım, hiçbir zaman gerçek bir son olmayacak. Şimdi, bunun sonsuzluk yüzünden gerçekleşen bir olgu olduğunu biliyoruz. Buradan daha farklı bir iddia açığa çıkıyor; “büyüğün içinde sonsuz küçük, küçüğün içinde de sonsuz büyük vardır.” Bu teori de büyük veya küçük diye bir şeyin olmadığını açığa çıkartıyor. Böylelikle de sorumuzun neden bir cevabı olamadığını görüyoruz.
Şimdi aynı temellendirmelerle daha değişik bir sonuç çıkaracağız. Daha doğrusu sonsuzluk kavramının ne kadar anlaşılmaz noktalara vardığını göreceğiz. Ne kadar büyüğe ulaşmaya çalışırsak, o kadar ulaşamayız. Aynı şekilde ne kadar derine inersek inelim, her daim daha mikro bir derin olacaktır. Bunu biliyoruz. Hayatta yaptığımız her şeyin bir başlangıç taşıdığını ve bu başlangıçların mutlak getirisi olan son’ları yaşadığımızı biliyoruz. Buna ilave olarak başlangıcın, özsel olarak son’dan farksız olduğunu, ya da her son’un aynı zamanda bir başlangıç olduğunu da biliyoruz. Daha derine inelim… Başlangıç olgusunu zamanla özdeşleştirelim. Biz herhangi bir şey yapıyorken, ki zaten bir şey yapmıyorken de aslında bir şey yapıyoruz, yapmakta olduğumuz zaman periyodu içerisindeki her zaman aralığında o işi yapıyoruz. Dakikaların saniyelerin toplamı olduğunu, saniyelerin saliselerin toplamı olduğunu ve saliselerin de anların toplamı olduğunu biliyoruz. Yani biz, o işe başladığımız andan itibaren her an o işi yapmış oluyoruz. Bu noktada daha derine ulaşmak durumundayız. Ne yaparsak yapalım, içinde başlangıç ve son vardır. Her an, diğer an’a geçerken de, başlangıç ve son da vardır. Yani, bir önceki an başlangıç, bir sonraki an da sondur. Başlangıcın aynı zamanda son, sonun da aynı zamanda başlangıç olduğunu söylemiştik. Yani her an yeni bir başlangıç ve eski bir sondur. Buna göre, gelişen her şey dipsizce başlangıç ve son taşır diyebiliriz. Bir önceki teorimize göre, büyük ve küçüğe ulaşamazdık. Bu teoriyi zaman olgusuyla birleştiriyoruz. Zaman, ne kadar küçültülürse küçültülsün, sonuna ulaşılamaz, ne kadar büyültülürse büyültülsün, yine sonuna ulaşılamaz. Teorisi açığa çıkıyor. Bu da, sonsuzluk ve sonsuzluklar evreninde, zamanın büyüğü ve küçüğünün aralarında hiçbir fark olmadığını açığa çıkarıyor. Yani bir asrın, bir an’dan farkı yoktur. Açığa çıkardığı bir diğer şey ise, an’ın dipsiz bir derinliğe sahip olduğudur. Bunların da doğru olduğunu biliyoruz. Buradan da şu açığa çıkıyor; başlangıç ve son’un zaman’daki devinimi, açıklanamaz ve dipsiz bir derinlik yaratır. Bu derinlik, büyük ve küçüğün olmadığı bir var oluş sentezinde, sonu ve başlangıcı yok eder. Sadece kompozit, birleşmiş ve ‘tümleşmiş’ bir oluş yaratır. Bu oluş, sonsuzlukla birleştiğinde de zaman olgusu yok olur. Böylelikle hepsi birleşir; başlangıç, hem başlangıç, hem de sondur. Son, hem son, hem de başlangıçtır. Bunlar, bir ve iki noktalarıyken, sıfır ve sıfır noktaları haline gelirler. Aralarında sadece sonsuzluk var olabilir. Sıfır ve sıfır noktaları aralarına sonsuzluğu alıp birleştiklerinde açığa ‘bir’ çıkar. İşte bu “bir” sonsuzluğun diğer adıdır. Yaptığımız her şeyde, var olan her şeyde, benliğimizde, soyut ve somut olanda, her zaman ve her şekilde, kelimelerin yetmeyeceği şekilde, sonsuzluk vardır. Evrendeki her var oluş zerresinde ve ötesinde, algıladığımız ve yok sandığımız her şeyde… Gerçeklikte, her şeyde sonsuzluk vardır. Daha net bir sonuçla sonsuzluk, varlık paradigmasındaki her şeyi kendiyle denkler ve mantık yasalarını aşan makroya ve mikroya doğru sonsuz ölçekte kozmik bir denklem yaratır.
Deniz Denizel
2006