Yine uykusuz geçen bir gecede bir başıma oturmuş, içinde düşünceler uçuşan zihnimi kağıda boşaltmaya çalışıyorum. Her işimi teknolojik cihazlar vasıtasıyla yaptığım halde ne zaman birkaç satır karalayacak olsam illa ki kalemime sarılıyorum.
Geçtiğimiz ay yaş günümde Burak’ın hediye ettiği Patti Smith’in Hayalperestler kitabını okumaya başlamak yine içimde dizginlenemez bir yazma iştahı doğurdu. Yazmanın, paylaşmanın tadını bir kez almış biri kimi zaman uzak kalsa da bu alemden, yazmadığı/yazamadığı dönemlerde oluşan boşluk duygusunu başka bir şey ile ikame etmesi mümkün olmuyor.
Çoğunlukla yazarı yazmaktan alıkoyan zamansızlıktan ziyade, artan beklentilerin ışığında, ortaya çıkanın yeterli tatmin düzeyini sağlayıp sağlayamayacağı endişesi oluyor. Yazsanız da içinize sinmeyecekmiş, herkesten önce kendiniz beğenmeyecekmişsiniz gibi oluyor. Lakin insan bir kez başlayınca yazmaya…
Sonbahar çocuğuyum ben, belki de o yüzden kimi zaman büründüğüm bu anlamsız lakin bir o denli derin melankolik ruh halleri. Oldum olası kendi kendime bir şeyler karaladığım halde ilk kez ciddi ciddi yazmayı; 2003 yılı sohbaharında İzmir, Bostanlı’da bir kafede Yedi Karanfil dinleyip adaçayımı yudumladıktan sonra yazdığım birkaç satırın ardından sahilde yürüyüş yaparken geçirdim aklımdan.
Yıllar yılı, sol beyinli olduğum için sayılarla aram iyi olduğundan hep finans işleriyle uğraşmayı düşünürken ilk kez o akşam, ‘Neden bankacılık gibi stresli bir iş yerine seyahat eden bir yazar olmuyorum ki ben?’ diye sordum kendime. Dizüstü bilgisayarların daha yeni yeni yaygınlaşmaya başladığı bir dönemde; kendimi tren ile Karadeniz turuna çıkmış ve yazdığı köşe yazılarını çalıştığı gazeteye e-posta aracılığı ile ulaştıran bir yazar olarak tezahür ettim.
Bilgi birikimimden ötürü sürekli olarak yakın çevremin kitap yazmam konusundaki telkinlerine verdiğim yanıt hep aynıydı; “Daha zamanı değil!”. Asla, kitabın kitap yazmış olmak için yazılacağına inanmadım. Hangi şair dizelerini şiir kitabı yazmak için kaleme alır ki; ancak elbet bir gün yazdığı şiirler biraraya gelip bir kitabı ortaya çıkartacaktır derdim.
Sonra garip tesadüfler silsilesi ardından bundan tam altı yıl önce EnginDergi doğdu. Şimdiye değin pek çok yazımın yer aldığı bu engin yazı denizinde onlarca yazar yüzlerce paylaşıma imza attı. Her okuduğum kitap ile ‘benim de bir gün bir kitabım olmalı’ iç sesi daha gür yükselmeye başladı. Lakin hala daha zamanı var!
Şuan günün en dingin saatlerindeyiz. Dışarıda hafif serin bir esinti… Mahallenin fırınından yeni çıkmakta olan ekmek kokuları her yere yayılmış durumda. Sokaklar gerçek sahiplerine ait bu vakitlerde. Ben de elimde kağıt ve kalemle alacakaranlık sessizliğinin huzurunu yaşıyorum. Birazdan gün ağarmaya başlayacak. Sessizliği önce alarmı çalan saatler, ardından araçların motor sesleri bozacak. Gece uykuya dalmakta zorlanan insanlar bu sefer alarmlarını bir beş dakika daha erteleyip o kısacık sürenin anlamını bir kez daha idrak edecek ve yine istemsiz ve hoşnutsuz bir biçimde yataklarından çıkarak okullarına ve işlerine doğru yola çıkacaklar. Bense gözlerimi zihnimin derinliklerine doğru yumacağım şimdi…