Yaşanılan hayatlar kimsenin kendi tercihi değil. İnsan bunca acılı bir ruh haliyle yaşamayı neden seçmek istesin! Yaşı kaç olursa olsun binlerce kişiyi tanıyor olmasına rağmen, insan yine de yalnızlığı derinlerinde hissediyor. Belki de duyduğu acı bundan kaynaklı. Renkli hayatlar içinde gördüğü tek renk var: Siyah.
Yüreğinin gizlisinde saklı olan tüm duyguları bu renkle bütünleştiriyor insan çoğu zaman. Acılı bir ruh haline sahip olan çoğu kişinin ortak özelliği üstelik bu. Renkleri görmüyorlar, hissetmiyorlar ya da yaşayamıyorlar; çünkü renklilik belki de onlara mutluluk olarak görünüyor. Mutluluksa bu ruh haline sahip insanların çok uzak kaldığı bir kavram. Renkliliğin acı bir tarafı var oysa, ki insan bunu fark edemiyor.
Kendini kaptırıp siyah-beyaz bir film izlediğini düşün. Filmdeki tek rengin kırmızı olduğunu ve onunsa “kan” anlamına geldiğini çok sonra anlayacaksın belki. Renkler anlamını yitirecek belki o an, kim bilir? Tek bir renk kazınacak hafızana: Kırmızı.
Acı… Sonra, yürürken baktığın şeyleri hatırlamayacaksın bile artık. Çünkü sadece bakmışsındır, görmek için bir çaba sarf etmemişsindir. İnsanların yürüyüp geçmesi yanından, kiminin gülüp eğlenmesi kimininse oturması bir ağaç altındaki bankta, umurunda olmayacak. Sanki bu dünyadan değilmişçesine, sanki kimse seni görmüyormuşçasına yürüyeceksin kafanda otoban dolusu gürültüyle. Bir anda kendini apartmanın sokağında bulacaksın. Duracaksın şöyle bir. “Gitmek istiyor muyum gerçekten?” bu soru yankılanacak beyninde kısa bir an. Cevabını vermeyeceksin ama anlayacaksın gözlerinin dolup içinin sıkıntıyla kaplanmasından cevabın “hayır” olduğunu.
İstemeye istemeye gideceksin ama yarım saatte yürüdüğün yola bedel olacak iki dakikalık yol. Evinin kapısına geldiğindeyse çıktığın merdivenleri geçireceksin aklından. Sonra yineleyeceksin, “Girmek istemiyorum ki.” Girmeyeceksin de. Neresi olduğunun önemi olmayan bir yere sığınacaksın. Kulağında diğer tüm dünya seslerini bastıran o müzik çalacak. Ve sonra bu cümleler dökülecek satırlara…