Aşkın anlaşılamayacak bir tarafı yoktur aslında… Aşk, her türlü olabilir. Bir insanı ne etkilerse, ona aşık olur. Bazen bir yılda, bazen yıllarda, bazen bir dakikada. Belki ilk görüşte birisinin gözlerine aşık olur, belki hiç görmediği tarzda birisinin iç dünyasına, duygularına, saflığına. Belki dürüstlüğe, güçlü bir kişiliğe… Belki alışık olmadığı bir sahip çıkılmaya. Güzelliğin, çirkinliğin, sarışınlığın, esmerliğin hiç de ilgisi yoktur aşkla. İnsan hangi duyguya ihtiyaç duyuyorsa; ona sahip olan ya da aldanarak, o özelliğe sahip olduğunu sandığı birine aşık olur. Tabi kadın olsun erkek olsun bazı çakallar vardır ki; elde etmek istediği insanın neye ihtiyaç duyduğunu keşfedip, buna sahipmiş gibi bu duygusuna oynar. Sahtedir ya, eninde sonunda koyar kendini ortaya gerçek hal ve aşkı nefrete dönüştürür. Hayal kırıklığı, aldanmışlık ve hiç geçmeyecek bir kırgınlık alır yerini aşkın…
Aşkı bulunca, taş bile dile gelmek istermiş ve şöyle dermiş: “Gönül der ki: sen asırlık mahkumsun, seviyorsun diye onu da zincire nasıl vurursun?” Aşk bu ya! Yerebatan Sarayı’nı bile dertlendirmiş… Sarnıç demiş ki: “Ben ki yüzyıllarca sen gibi ahu görmeden zamana meydan okudum. Hayal mi, sihir mi yoksa rüya mıydın? Eşiğimden girdiğinde, kendi heybetimi unuttum. Taş ol dediler, sütun ol dediler, lal ol dediler oldum. Bir asrı aştım da, koca şehri kana, kana helalinden doyurdum. Ben alışıktım ama ya sevdiğim dönerse taşa diye, Medusa’nın gazabından aşk’ı çoktan unutmuştum. Sen geldin bastığın eşik eridi. Nefesin gök kubbeme inceden, inceye asilce değdi. Birkaç metre öteye yürüdün, 336 sütunu gamzene bir buse de gömdün. Duymamı ister gibi ‘hey sarnıç!’ diye ses verdin. Cevap gelmezdi ya, sen yine de pür dikkat kesildin. Sesinin yankısı gelince kendine, minik busen ile çehrene süs verdin. Hayranlık vardı su yeşili gözlerinde, sanki ben vardım senin de özleminde. Her daim usul, usul yanan meşaleler, sen gelince cayır, cayır kükrer oldu. Hani mahkûm kaldığım lal halim var ya, kendini isyan duvarına acımadan savurdu. Yaşıyor sanırdım sütunlarım, taşlarım. Ancak şimdi ‘can ver’ diye Tanrı’ya yakarmaya başladım. Elinde gümüş bir ibrik, usulca suya eğiliverdin. İşte o an tüm çehreni 80.000 m3 suya resmeyledim. Su ki; şifası ile övünürdü. Oysa seni alınca özüne aşk-ı mecnun’a döndü. Ben ki bedenimi saray, kollarımı taştan sütunlar, gözyaşlarımı tonlarca sulardan saydım. Aşk bu ya! Ne kaya, ne taş dinler. Mecnun olmaya görsün, el açıp dile gelmeyi diler. Dokunmadan, duyuramadan sevdiğim yârim!Sayende kâinatı ben gönlüme koydum. Medusa’nın sana gazabıdır en büyük korkum. Ezelimden alışığım taş üstünde taş olmaya. İzin vermem seninde aynı sonu paylaşmana. Hükümlüyüm gayri ben. Ne can, ne de dil bulurum. Yeter ki mahrum etme çehreni, ben bunla da asırlarca avunurum.”
Pygmalion var bir de… Kendisi için kusursuz kadının heykelini yapan eski bir Yunan Kralı. Pygmalion, o kadar güzel bir heykelden kadın çıkarmıştır ki ortaya, kendini ona aşık olmaktan alıkoyamaz. Hanginizin sevgisi, bir taşı sevebilecek kadar büyük? Esas büyük sevgi, ellerini tuttuğunuz, yüzü okşadığınız, dudaklarını öptüğünüz, saçlarına dokunabildiğiniz, gözlerinin parlaklığını görebildiğiniz bir sevgiliye duyulan sevgi midir? Uğrunda ölebilirim dediğiniz sevgilerin, kaçı payidar kaldı hayatınızda? Onsuz olamam dediğiniz kaç sevgiliden ayrıldınız? Pygmalion öyle sevmedi. O sadece, taş da olsa, konuşamasa da, kendisine karşılık veremese de, Galetea’yı sevdi, sevdi ve sevdi… Her gün onun taş dudaklarını öptü, saatlerce karşısında bekledi. Galetea bir heykeldi. Ve Pygmalion onu, hiçbir şey beklemeden sevdi. Sadece o, Galetea olduğu için… Galetea onu öpemezdi, dokunamazdı, güzel sözler söyleyemez, onu tatmin edemezdi. Kısacası Pygmalion’un sevgisine karşılık veremezdi ama Pygmalion onu sevdi. Hiçbir şeyi umursamadı, sadece sevgisine sahip çıktı. Ve bu sevgiye karşılık tanrıça Afrodit ona can verdi.
Bu efsane, eşlerinin görünüşünü ya da kişiliğini değiştirmek isteyenlere karşılık ortaya çıkmıştır. Şimdi gidin ve Nietzsche’nin size önerdiği gibi yazgınızı kabullenin ki, gerçekten insanüstüne ulaşabilesiniz ve sevginiz gerçekten, maymunların sevgisinden farklı olsun… Ki gerçekten büyük sevginizle gurur duyabilin, gerçekten sevginiz mucizevi olabilsin… Bu günlerde, bu kadar büyük aşklara, aşk diye nitelendirilemeyecek aşklara, hiç de hak etmeyen insanların, her şeyden bir katkı, bir karşılık bekleyen insanlar aşka sahipmiş gibi yapıyorlar ya, komedya… Olanla yetinmeyen, varoluşun, doğallığın, içten gelenin, samimiyetin, gerçekliğin mucizesini görmeyen romantik geçinenler… İçten pazarlıklı, karşılık bekleyen, çıkarları için aşıkmış gibi yapanlar… Siz sakın aşktan bahsetmeyin…