“Yaşam” doğduğu andan itibaren sancılıydı.
Kırık oyuncaklarındaydı elleri, açılmamış kalemindeydi defteri, “büyünce” diye başlayacağı tüm sözleri yarım bıraktırılmış gibiydi.
Bu evcilik oyunu muydu yoksa, kaderin yaşam utancı mı?
Sahi kimdeydi utanç?
Önce bu olsun mu dediler sonra da ederine bakıp verdiler, kaç koyun kaç altın demediler “kız” dediler “çocuk” diyemediler.
Zurnalar davullar çalındı, giyin, süslen, eğlen dediler. Saçı makyajı, gelinliği, kendinden büyüktü bedeni ama hala çocuktu göz bebekleri…
Karanlık geceden gündüze çalınmış al rengi, hayalleriyle örselenmiş bedeni biraz “çocuk” biraz “anne” kalmış gibiydi.
Sahi kimdeydi utancın rengi?
Ağlamaklıydı sesi korkuluydu göz bebekleri, yaralıydı ruhu çocuktu bedeni, oyuncağı değildi ki bebeği bu yüzden “kurtar beni” diyemediği milyon sesten yalnızca biriydi.
Sahi kim duyabildi?
Henüz 12 yaşında çocuk gelin!
“Giderken anne beni bırakma diye ağlıyordum, çok korkuyordum.”
Henüz 13 yaşında anne gelin!
“Bebeğime nasıl bakacağımı bilmiyordum, çok korkuyordum.”
Henüz 15 yaşında şiddet gören gelin!
“Hiç sevgi görmedim, önce babam döverdi şimdi eşim, ben her gün ölüyorum.”
…
Henüz baharı görmeden hep kışı yaşamak, yaşarken her gün defalarca okyanus derinliğinde boğulmak, son imdat çağrısında toprağa karışmak, işte böyle bir yaşamda çocuk gelin olmak, istemeyerek, korkarak, hıçkırıklarla dolu bir hayatta her gün yeniden ölmek için uyanmak, işte böyle bir şey çocuk gelin kalmak.
Araştırmaya göre Türkiye’de her 3 gelinden biri çocuk yaşta evleniyor. Sadece kadınlar değil nüfusun yüzde 28’i çocuk yaşta evleniyor. UNICEF raporlarına göre dünya genelinde 25-49 yaşları arasında 400 milyon kadının, çocuk yaşta evlendirildiğinin de altı çiziliyor.