İnsan ruh ve bedenden meydana gelmiştir. Bedenimiz şahadet aleminden, ruhumuz gayb alemindendir. Mevlana Hz. ruhun cesede gelmesini şöyle anlatır. Arşta oturup dururken anamın şehveti İNİN emriyle beni buraya attı. İnin ifadesinde Hz. Adem’in ve neslinin dünyaya gönderilmesini anlatan “Hepiniz cennetten inin dedik” (Bakara suresi 38.) ayetine işarettir. İnsan sadece et ve kemikten meydana gelmiş maddi bir cisim değildir. İnsandaki korkular, sevgi, merak, hayal, düşünce madde ile izah edilemeyecek şekilde olgulardır. Felsefe sistemleri insanı maddi bir varlık olarak ele alırlar. Halbuki insanın gerçek boyutu mana yönüdür. Hz. Mevlana bu olayı şöyle ifade eder; Biz saman gibi olan bu tabiat alemiyle örtülmüş mana deryasıyız. Cismimiz bizim ruhumuza perde ve adeta bir elbise olmuştur. Yani üzeri bir samanla örtülmüş olan bir denize biz uzaktan baktığımızda saman yığını gibi gelir. İşte o denizin altında aslında bir derya gizlidir. Mevlana hz. bir başka açıdan; Bedenler ağızları kapalı testilere benzer. Her testide ne var sen ona bak. O testiler bir hayat kaynağıdır. Her kap içindekini sızdırır. İnsanın ruhunda gizledikleri söz ve davranışlarına yansır. Ağzınızı her açışınızda başkaları oradan içinizi seyreder. İşte bu ifadeler kişiyi her bakımdan ele verip, DİL GÖNÜLE BİR PERDEDİR der. İşte bu perde aralandığı zaman insan içindekileri ancak konuşma ile dışa aktarır. Demek oluyor ki insan içsel samimiyetini dil yardımı ile dışa vurur. Şimdi ben bir neyzen olarak bu konuyu aşık olduğum sazıma aktarıp iade edeceğim.
Neyden ilk üfleme ile elde ettiğimiz ses musîki dilinde açık neva, yani re sesidir. Bu üflemeyi başarabilmemiz için dudaklarımızın aldığı pozisyon HU şeklidir. Hu ile üflenen bu pozisyon Allah’ın ismi celili olan HÜDA tecellisidir. Hayat veren hidayete eriştiren anlamındadır. Nevanın kelime anlamı da uyum ve ahenk demektir. Rabbim bizi bu dünyaya uyum ve ahenk üzere yani kainatın en şereflisi olarak getirmiş ve eşrefi mahlukat (mahlukların en şereflisi) aynı zamanda ahseni takvim kimliğimize bizi layık görmüştür. O halde daha biz ney’i elimize aldığımızda başlıyor tasavvufi yaklaşım ve Hz. Mevlana’nın Mesnevi’sinde yazdığı o ilk 18 beyitin fazileti.
Ney’den üflediğimiz sesi biz daha düşük üflersek, yani pes olarak, karşımıza çıkan ses kalın re, yani yegâh sesi olur. Bu yegâh sesi Allah’ın halifem dediği biz insanlara topraktan biçimlenmiş Adem’in yaratılmasını ve sert balçıktan meydana gelen şu bedenimizi simgeler. Yegâhın kelime manası ilk, tek demektir; ilk insan anlamını taşır.
Üflenen bu iki ses birbirlerine oktav sestir. Kısacası ikisi de re sesidir. Fakat ton olarak biri kalın diğeri ince re sesidir. Şu ayrıntı tasavvufi anlatımla duyduğumuz sade bir re sesinden bizlere çok anlam yüklüyor. Biz kalın re sesini (yegâh) bedenimiz olarak düşünürsek, ince re sesini de (neva) Allah’ın Adem’i yaratırken ben seni ruhumla üflediğim (nefta) dediği Kuran-ı Kerim’de Bakara Sûresi’nde geçen ayet karşımıza çıkar. Neva sesi ruhumuzu yegâh sesi de bedenimizi temsil etmesi bakımından ne kadar manidardır. Kısacası beden ile ruh bu dünyada birlikte vardır. İşte beden ile ruhun birlikte olması bizi gerçek insana yani kul olmaya götürür.
Öldüğümüzde beden burada kalırken ruhumuzda ahirette doğar. Bulunduğumuz noktadan güneşin doğması dünyanın eğiminden dolayı bir başka yerde batar. Fakat beraber yaşadığımız can kafesi Mevlana’nın dediği gibi bu dünyada birlikte vardır. Yani hemdem olarak bir bütünlük arzeder. İşte neyden üflenen bu iki ses bir biri ile kaynaştırılabilirse yani biz neyzenlerin ifadesi ile dem sesi olursa inanılmaz mükemmel bir ses elde ederiz. Bu ses neyden gelen ve karşıya duyum olarak hiçbir müzik aletinin çıkaramadığı o tonu duyurur. Bu da tıpkı yukarıda belirtiğim gibi beden ve ruhun birlikteliği misali o mükemmel ses gibi bizi gerçek bir insan-ı kamil, Allah’ın kulum dediği bir insan yapar.
Yine mesnevi şerifte Hz. Pir’in söylediği söz o kadar mükemmeldir ki; ‘akıl ve gönül bir olursa ancak aşk evinde kalabilirler’. Yani beden ve ruh beraber olmakla aşkın evinde yaşar. Bir yönümüz maneviyat diğer yönümüz ise akıl cihetinde bir uyum sergilediği zaman, gerçek insan denilen ahlak ve fazilet kavramları, nasıl bir insan olmamız gerektiğini ortaya koyar. Kuran-ı Kerim’de bizlere inen ayetleri incelediğimiz zaman görürüz ki akıl yürütmemizi, düşünmemizi sıklıkla dile getirir. Hayatın bu ikili birlikteliği işte yukarıda ney sazımla örnek olarak verdiğim dem olma hemdem olma daha doğrusu olabilme şuurunu biz insanlara yükler. ALLAH bu beraberliği daim ettirsin. AMİN