Sabah beş, evde bir hışırtı sesi, belli ki babam ava gitmek için hazırlanıyor. Saat altı civarı annem kuzineyi yakmış; odun sesleri, çay için koyduğu suyun çıkardığı ses, kuş sesleri hepsi bir melodi şeklinde günün başladığını haber veriyor. Yavaş yavaş ev halkı kalkmaya başlıyor. Benim ilk yaptığım odamdan balkona çıkıp, gökyüzüne bakıp, temiz havayı koklamak ve havanın durumuna göre günümü planlamak oluyor. Güneş varsa elbette ki plan deniz oluyor.
Annem kahvaltıyı hazırlarken bir yandan da gün içinde yapacağı yemek için malzemeleri hazırlar. Bana seslenip bahçeden nane, maydanoz, domates ve biber koparmamı ister. Ben toplarken de mutfak camından seslenip yönlendirmelerde bulunur. Bu sıralarda babam cebinde taze meyveleri doldurmuş eve varmış oluyor ve annemin sesi “herkes sofraya”. Genelde geç kalkan kardeşim bile Rize’de erken kalkıyor. Kahvaltı sırasında camın önünden erkenden işlerin yolunu tutmuş gelip geçenlere selam verilir. Bu sıcak havaya, bu rahatlığa bayılıyorum. Kimse de rahatsızlık veririm düşüncesi pek yoktur. Zaten kimse de rahatsız olmaz.
Kahvaltı sonrası babam istisnasız her gün keyif çayını alıp peteklerinin yanına gidip arıların güneşte çalışmalarını izler. Arada buna biz de eşlik ederiz. Annem hepimize ufak görev dağılımları yapar. Biran önce deniz yolunu tutmak için tüm işleri hemen bitiririz. Yan evde ki yengenin sesi gelir uykucu kuzen kalkmış mıdır diye balkondan bakarız. Eğer kalktıysa karşılıklı gerekli gereksiz espriler yaparız. Laz olmaya bayılıyorum. Herkesin yüzü güleçtir.
Evlerin kapıları her daim açıktır. Herkes kendi evi rahatlığıyla girer çıkar. Bir süre sonra sırt çantalarına hazırlanan yiyecekler ve boş bir şişe konarak toplanılır ve denize doğru yürüyüşümüz başlar. Bazı günler önce dereye; çaylar satıldıktan sonra denize gidilir. Yolda şarkı söyleyenler, muhabbet edenler. Önden gidenler, arkada kalanlar; yaklaşık yarım saatlik yürüyüşün bile keyfi bir başkadır. Denize en yakın yerdeki doğal sudan soğuk sularımızı alıp sahile vardığımızda yerleşmemiz sadece birkaç dakikadır. Lazların her işi konuşmaları gibi hızlı olur. Yaşı büyük olanlar gölgede elişi örüp, çekirdek çitlerken biz de denizin tadını türlü türlü oyunlarla çıkarırız. Güneş batmaya yüz tutarken eve doğru yürüyüş başlar.
Banyo sırası hazırlık derken bir süre sonra herkes kararlaştırılan buluşma noktasına gider. Eksiksiz her gün birinin evinde toplanılır. Duyma problemi olanlar olduğundan yüksek sesle konuşurlar. Sanki dağdan dağa sesleniyorlar. En çok da gülme sesi gelir. Okey oynayanlar, balkonda oturanlar, muzip şakalarla birbirlerini korkutanlar, her şeyden uzak bir köşede dedikodu yapanlarla çeşitli gruplaşmalar olur. Haliyle çay servisi günün en yorucu işidir. Çoktan yarının iş planını yaptıklarından sohbet tadında kesilip evlere dağılınır.
İşte Rize’de geçmişte yaşadığım sıradan bir yaz gününün özeti. Asıl en güzel dönem av sezonudur. O maraton detaylı anlatılırsa mizahi bir roman olurdu sanırım.
[Fotoğraflar: Vildan Tandoğan]