
Paspas, MultiKılıçlı Yuka’ya karşı.
Yaz bastırdı, sıcak mı sıcak; gündüzleri hal bırakmıyor oynayacak. Yine de aldım Paspas’ı yanıma, gittik köşedeki süslü kadının çiçekçi dükkânına. Bizim belalımız yaşar burada, adı da kendi kadar beter: Yuka. Sanki, Japonya’dan bol kılıçlı bir Ninja.
Ne zamandır derdimiz, bu yeşil kılıçlı bitkiyi yenmek. Sağdan yaklaşıyoruz, yandaki yaprak batıyor. Soldan davranıp ısırıyoruz, yaprağı somon pulu gibi ağzımızdan kayıyor. Paspas tırmandı süslü kadının koltuğuna, cesurca saldırdı Yuka’ya MAAAV, naralarıyla.
Ne çok yakın biliriz yanımızdakilerini ama çabuk gidebileceklerini düşünmeyiz. Hep kendimize olan benciliğimiz bir başkasını düşünme onu hissetme şansını bize vermez; en çok kendimize isteriz de karşımızdakine o kadarını layık göremeyiz, hep bir başkasını eleştiririz de kendimize geldiğinde sıramızı salıveririz.
Üzerine bir kaç beden büyük olan gri renkli ceketinin içine beyaz gömleğini, altına da krem rengi keten pantolonunu giydi. Evinin salonunda, şöminenin üzerine dizdiği kitaplardan birinin arasına sıkıştırdığı zarfı alıp ceketinin sol iç cebine koydu. Mutfağa gidip bir bardak su doldurdu. İçinde katman katman oluşan heyecandan olsa gerek sudan bir yudum içip, kapıdan dışarıya çıktı.