Ama savaşlar, taraflara çekilmiş zenginlik arayışları sömürü altında kalan özgürlüğü getiremedi. Çocuklar hep korktu masumlar öldü kazanan kimdi ve niçin kazanmıştı kazandıklarına değdi mi? Cevapları vicdanlarındaydı. Peki ya insan bu düzenin içinde bu sistemin işleyişinde her gün ölebilir miydi?
Size savaştan söz edeceğim masum çocukların hıçkırıklarından yükselen yardım çığlıklarından korkunun esaretinde çaresizlik içinde çare arayanlardan, gözyaşlarından…
Size açlıktan ölen bir ülkeden söz edeceğim bir bardak süt bir parça ekmek ve bir parça çikolata diyen çocukların guruldayan karınlarından, hayallerindeki çikolatalardan…
Size dünya hallerinden söz edeceğim tok karınla adalet içindeki adaletsizliklerden seyirci kalan taraflardan, duyduklarına inanıp duymamış gibi yapanlardan…
Size insanlardan söz edeceğim kibirli olanlarından “ben” diye başlayıp benim diyenlerden saygı göstermeyip saygı bekleyenlerden kendi fikirlerini üstün tutup başkalarının fikirlerini umursamayanlardan…
Hâlbuki özgürlük…
Yeşili maviyle buluşturan çocukların umutlarında, hayallerindeki gelecek hevesinde, eşitliği resmedenlerin açlığı toklukla dolduranların elele oynanan oyunların rengârenk çocuklarında ve umut dolu yarınlarında.
Hâlbuki özgürlük…
Bir tiyatro sahnesinde seyircisi bol alkışları çok olan “emeğin” yerinde “yasak” kelimesi geçmeyen kitapların sayfalarında…
Hâlbuki özgürlük…
Yardıma uzanan ellerimizde ötekileştirmeyen kalplerimizde seslerimizi renklerimizle birleştiren müziğimizde, dans eden bedenlerimizin beraberliğinde…
…
Peki, neden savaşlarla anılır ülkeler neden ölür masum insanlar. Nasıl bir kibirdir ki günler hep yeni günleri izler ve gökyüzü rengini kaybeder.
Nasıl olur da aç uyur çocuklar niye kalem tutamaz, adlarını yazamazlar. Nasıl bir düzendir ki oyun oynayacakları yaşta büyütülür beden(l)eri… Bunlara neden olanlar “neden” vicdanlarından rahatsızlık duymazlar!