Her ürün ya da hizmetin bir maliyeti vardır. Sektörden sektöre, işletmeden işletmeye, coğrafyadan coğrafyaya ya da ürünün-hizmetin niteliğine göre farklılıklar göstermekle birlikte özellikle fiyatın belirlenmesinde “maliyet” en önemli unsurdur.
Standartları belirlenmiş bir ürünün ya da hizmetin maliyeti üç aşağı beş yukarı bellidir. Çünkü bir işte ne kadar insan çalışacağı, hangi girdilerin ne miktarda kullanılacağı, ne kadar sürede üretim yapılacağı bilinir, öngörülebilir ve buna göre belirli bir maliyet hesabı yapılır. Kurumlar, şirketler ve yöneticiler bakımından düşük maliyetli üretim yapmak -günümüz işletme disiplininde- başarının ölçütlerinden birisi olarak kabul görür. Öyle ya! Üretim maliyetini düşürmek kârı artırmak demek, rekabette avantaj elde etmek demek, daha az harcayıp daha çok kazanmak demek.
Maliyet düşürme deyince anlaşılması gereken üretim, pazarlama ve satış/sunum aşamalarında gereksiz harcamalardan kaçınmak ise sonuna kadar hemfikirim.
Ancak ne yazık ki bizim ülkemizde her sektörde ancak özellikle otel işletmelerinde maliyet düşürme, maliyeti düşürene önemli çıkarlar sağlarken hemen herkes için yıkıcı bazı etkilere sebep olmaktadır.
Bir ürün ya da hizmet düşünün. Bu ürünü ya da hizmeti rakiplere oranla çok daha ucuza mal edebilmenin yalnızca ve yalnızca iki yolu vardır:
- Girdilerde kısıntı yaparak,
- Çalışanın emeğini sömürerek…
Üçüncü bir yolu yok…
İkisi de beş yıldızlı olan A oteli ile B oteli arasındaki fiyat ve hizmet farkını başka nasıl açıklayabilirsiniz?
A oteli kahvaltıda kaymak gibi lezzetli peynir sunar. Piyasadan alıyordur yirmi liraya, B oteli kireç gibi peynir alıyordur sekiz liraya. A oteli adam gibi kırmızı et alıp köfte yapıyordur, B oteli soya kıyması kullanıyordur. A oteli 40 derece sıcakta klimaları kapatmıyordur. B oteli fırsatını bulduğu her an klimaları kapatıp neme boğuyordur insanları. A oteli hizmetin gerektirdiği kadar insanı, yasal sürelerine dikkat ederek çalıştırıyordur. B oteli hizmetin gerektirdiği asgari sayının çok altında adamı üstelik fazla çalışma ücreti vermeden uzun saatler boyunca çalıştırıyordur.
Bir yıl sonra?
Yılsonu hesaplamalarında B otelinin maliyetleri daha düşük çıkacağı için patron genel müdüre “aferin” diyecektir. Elde edilen yüksek kârlardan çalışana zırnık koklatılmayacaktır. Ancak çalışan devir hızından, yoğun dönemlerde personel bulamamaktan, çalışanın aidiyet duygusu olmadığından falan şikayet etmeye devam edilecektir.
Beş yıl sonra?
A oteli –aslında normal olan- yüksek gibi görünen maliyetlerine rağmen para kazanmaya devam edecektir. B oteli ise giderek azalan müşteri memnuniyeti ve düşük karlılık nedeniyle el değiştirecektir. Hiç şaşmaz bu senaryo.
İşin bir de müşteri boyutu var tabii.
“Arkadaş ben cebimi düşünürüm ötesi beni ilgilendirmez” diyorsanız müşteri olarak.
Kırmızı et diye hindi bacağı, soya kıyması; bal diye glikoz, kaşar peyniri diye yağı artırılıp bekletilmiş beyaz peynir, adam akıllı yağ yerine kanserojen maddeler içeren ucuz yağları yemekten şikayet etmeyeceksin.
“Bir hafta her şey dahil şu kadar lira. Sudan ucuz şekerim. Evde olsak daha çok harcardık” dediğiniz tatilleri, o gittiğiniz otellerde size hizmet eden çalışanların emeklerinden sömürülerek yaptığınızı unutmayın.
Kaynak savurganlığını önlemek başka bir şeydir. Kaliteyi düşürüp emek sömürerek olması gerekenden ucuza mal etmek bambaşka bir şey. Türkiye’de ancak özellikle Antalya’daki otellerde yapılan ikincisidir. Vebali ve günahı da büyüktür. Üstelik bu durumu bir işletmecilik başarısı olarak görmek de ayrıca utanılası bir durumdur.