Okuduğum her kitabı çok sevdim. Bazılarını bana çok şey kattığı için, bazılarını yanlışları gösterdiği için, bazılarını da içerisindeki yanlış bilgileri görüp analiz edebildiğim için…
Sevmediğim tek tür kitap var. O da “Bu kitabı 10 sene önce asgari ücret alan, şu anda California’da bulunan 250 metrekarelik bahçeli evinde ayda 30 bin dolar kazanan biri olarak yazıyorum” gibi cümlelerle başlayan türden olan kitaplar… Evet, ben bu tür kitapları sevmiyorum. Başarı gibi tamamen hissetmeyle ilgili olan bir kavramı 250 metrekareye, bir şehre ya da adına para denen kağıt parçalarına bağlayan türleri hiç sevemedim. Sevmemenin ötesinde nefret ettiğimi bile söyleyebilirim. Çünkü birinin çıkıp da “Başarı budur. Bunlara sahipsen başarılısın” anlamına gelebilecek cümleleri bu kadar kolay bir şekilde kurmasını rahatsız edici buluyorum.
Bu düşüncemin kaynağı ne?
Şöyle ki; 10 yılı aşkın bir süredir mesleğim gereği sürekli insanlarla birlikte vakit geçiriyorum. Yirmi bin saatin üzerinde eğitim, yüzlerce saat koçluk seansı ve mentörlük oturumu gerçekleştirdik. Vakit geçirdiğim insanlara sosyoekonomik açıdan bakarsak oldukça geniş bir yelpaze olduğunu söyleyebilirim. Bu geniş yelpazenin içerisinde, yukarıdaki örnekten yola çıkarak incelersek çok başarılı görünen fakat yaşamının her basamağında kendisini berbat gören mutsuz insanlar da, başarısız görünen fakat elindeki imkanları bilen, farkındalığı yüksek, kendini iyi hisseden ve çevresine de bu ışığı yayan insanlar da tanıdım.
Peki başarı nedir?
Adına plaza denen kocaman binaların içerisinde, ismi ve soy isminden çok daha uzun ‘title’lar taşıyan, işinin neredeyse yarısı her gün gelen yüzlerce e-postayı okumak olan, yanındaki arkadaşının gülümsemesinin bile samimi olup olmadığını anlayamadan her gününün en az 9 saatini o arkadaşıyla birlikte geçiren, alanında yeni bir şey öğrenmesi için yıllarca terfi almayı bekleyen, tam da terfiyi hak ettiğini düşündüğü anda bir üst koltukta oturan kişinin ‘insiyatif’inde başka birinin terfi ettirildiğini gören, sonrasında ‘oyunu kurallarına göre oynamayı’ öğrenen, yaşamın sadece kartvizit üzerinde yazan yazılardan ibaret sanan, hal böyle olunca en üst pozisyona gelse dahi mutlu olamayan, sürekli birbirini çekiştiren insan topluluğunun başarılı olduğunu düşünmemiz gerekiyor gibi bir algı var. Böyle yaşamları gördükçe kendimi bir maskeli balodaymış gibi hissediyorum.
Oysa başarı tüm bu kısıtlamalardan bağımsız, sadece parayla ilgili olmayan, yapılan bir işi, uğraşıyı kişinin istediği şekilde sonlandırmasıyla ilgili bir kavram…
Tanımda geçen ‘kişinin istediği şekilde sonlandırması’ kısmı oldukça önemli. Çünkü insanlar genellikle ne istediklerini düşünmeden, çevrelerinin kendileriyle ilgili beklentilerine ya da gelişmelere göre seçimler yapıyorlar. Gerçekten ne hissettiğini, ne istediğini bilen kişi sayısı oldukça az. Bu nedenle insanlara “Ne istemiyorsun?” diye sorduğumuzda hemen sıralamaya başlıyorlar. Fakat “Ne istiyorsun?” diye sorduğumuzda ise uzun uzun düşünüyorlar.
İnsanların bu soruya cevap verme konusunda oldukça zorlandıklarını gördüğüm için konuyu, kitabım Kelebek Eğitmenler‘in içerisinde Öz Yönelimli Öğrenme kısmında uygulamalı formlar eşliğinde daha detaylı anlattım.
Çünkü hepimizin istediğimiz şeyleri elde edebileceğimize yürekten inanıyorum. Yeter ki ne istediğimizi bilelim…
Başarıyla gelen güzel duyguların tadını çıkarmanızı diliyorum…
Güzel bir gün diliyorum.
Sevgi & Saygılarımla
Tuğba Kaplan
Kurucu Eğitmen / Rota Gelişim