Konfüçyüs’ün, Homeros’un kadın düşmanlığı nereden gelmektedir? Aklı başında sınıfına dahil ettiğimiz bazı entelektüel kişiliklerin kadınlara duydukları bu nefretin, kaçışın gerçek nedenleri nelerdir?Tarih boyunca ezilip hakir görülen, “insan sınıfı”na dahil edilmeyen kadınlar, dişiler…
Bir ya da bir kaç ana kraliçe arı, bütün bir kovanı, bütün bir türü dünyaya getiriyor. Öteki hayvanlar ise gelişmeden kalıyor… Böyle bir kovan, ne denli korkunç bir uyaranlar birikimi taşırdı… Tabii hayvanlar bu duyguya sahip olsalardı! Ama cinsiyetleri yok, buna ilişkin içgüdüleri de en alt düzeye indirgenmiş durumdadır… Ve onlar, bu denli az olandan bile korkuyorlar… Bu hayvanlar aşkın, cinsiyetin yol açacağı karışıklıklardan korunmak için, kitlelerinin küçük bir bölümünü kurban ediyorlar… Çünkü içinde aşka bir kez izin verilirse tüm kovan yıkılır gider… Bu çok etkileyici bir tasarım ve savunma yöntemi… Kendi varlıklarını koruyorlar çünkü… Böyle bir durumda hayvanlar, ne olduklarını unuturlar; dev bir anımsama eylemi, onları boyunduruğu altına alır ve bağnaz bir bütünün parçalarına dönüştürür… Artık her biri kendi için var olmak ister; bu içlerinden yüzünde ya da bininde başlar, sonra çılgınlık, onların çılgınlığı, kitle çılgınlığı, giderek genişler… Bütün koloni, mutsuz bir aşkın yalazlarıyla kavrulur gider…
Aşk diye bir şey yoktur onlar için… Olmayan bir şeyin de yeri ne doldurulabilir ne de doldurulamaz tabi… Aynı kesinlikle kadın ya da erkek diye bir şey de yoktur… Dişi örümceklerin, erkek örümcekleri kullandıktan sonra kafalarını koparmaları, yalnızca dişi sivrisineklerin kan emmeleri de tabi burada konumuz dışında… Erkek arılar arasında kraliçe uğruna yapılan savaş, bir barbarlıktan başka bir şey değil… Erkek arılara gerek yoksa, neden yetiştiriliyorlar? Yararlıysalar, o zaman neden öldürülüyorlar? Tabi bizi ilgilendirmez, onun için biz insanlara gelelim gene…
Tarihte en kendinden söz ettiren, en ünlü kadın olan Kleopatra, kızkardeşini bile öldürtür… Tarih boyunca, yaradılıştan bu yana kadın kadına düşmandır, kadın kadınla savaşır ya… Hele de aralarından biri bazı özellikleriyle azıcık sivrilmeye görsün, özellikleriyle değer görmeye görsün… Kleopatra da bu dürtülerle yapar herhalde bunu kızkardeşine bile… Sonra Antonius’u aldatır… Kleopatra, Antonius’u ve Roma’nın Asya’daki eyaletlerini kendi lüksü uğruna kullanır… Kleopatra, Antonius’a, daha ilk tehlike anında ihanet eder… Onu, kendini yakacağına inandırır… Bu arada Antonius, kendini öldürür… Kleopatra kendini yakmaz… Ama kendisine yakışan bir matem giysisini hemencecik buluvermiştir!
Bu giysiyi, Oktavianus’u yakalamak için yem olarak kullanacaktır. Gel gelelim, Oktavianus, ona bakmayıp, gözlerini yere dikecek denli akıllıdır, ölmeyi göze almış bile olsa… Gururuyla, onuruyla ölecektir… Kleopatra’yı hiç görmemiş olduğuna o anlarda, bahse girerim… Genç ve kurnaz Oktavianus’un üzerinde zırhı vardı ve o zırhı boşuna giymemişti… Yoksa Kleopatra, teniyle sonuç almayı dener ve Antonius, son nefesini verirken bunu da kullanırdı ona karşı… Ama Oktavianus denen muhteşem insan, tenini zırhıyla, gözlerini de bakışlarını da yere dikerek koruyacaktır kendini ancak… Kleopatra’nın onu yalnızca burnundan yararlanarak ele geçirmesi ise olanaksızdı herhalde… Oktavianus, burnuna güveniyordu çünkü, büyük bir olasılıkla koku alma duyusu iyi gelişmemişti (!) ve o bunun farkındaydı bence… Zayıflıklarını kabullendi ve kalkanlarla örttü… Ne erkek bir arı kadar kabullenmiş, ne erkek örümcek kadar zaaflarına yenilendi… Kleopatra’ya Sezar bile yenildi de, o yenilmedi!