Merhaba sevgili okur,
Yazmak için her oturduğumda beyaz ekranın karşısına önce lal olur kalırım, hangi harfle başlayacağımı bilemez, parmaklarımın anlamsızca gezinmesine takılırım. İçimde sakladığım onlarca şeyi unuturum, ruhumun derinlerinde gizlediğim bir çok şeyin nasıl bir anda kelimelere döküldüğünü şaşkınlıkla izlerim, sonrası hep aynı. Kendimle yarışırım, aklıma gelenlerin parmaklarımdan daha hızlı oluşuna alınırım, onlarca kelimenin nasıl bir anda anlamlı bir bütün oluşturduğuna şaşırırım. Ben yazarken de tıpkı yaşarken olduğu gibi karmakarışık duyguları aynı anda paylaşırım. Kendimden korkarım, kendime hayran kalırım, ağzımın kulaklarıma varmasına bakarım ama en önemlisi huzur bulur rahatlarım. Kendimin dökümünü yaptığımda kendime, bunca zamandır sadece yazıya bağlılığımı görüp hayretler içinde kalırım. Bir yazma arzusudur bendeki bir de gitme…
Soğuk havanın kendini acımasızca hissettirdiği bu gece İzmir kupamdan* yudumladığım kahvem, KOC** şarkıları, şehrin ışıkları ve lapa lapa yağan karla birleşti ve beni biraz hüzünlendirdi galiba. Çocukluk anılarım, ilk gençlik yılları maceralarım ve gençlik dönemi yaşanmışlıklarım beni esir aldı. Hayat hakikaten paylaşınca güzel! Ama anılarım başka bir maceranın konusu olsun çünkü ben size atomu parçalama tekniklerinden bahsedeceğim!
Oturduk konuşuyoruz bir arkadaşımla, mevzu derin, kişisel ilişkiler ve atomu parçalama yöntemleri… O, ilk günkü heyecanın ilerleyen süreçte bir daha yaşanamayacağına dem vurdu; ben o heyecanın yerini başka başka heyecanların alacağına olan inancımdan bahsettim. O, yaşadığımız ilşkilerin hepsinin bir hata olduğunu söyledi bense hepimizin zaten birilerinin hatası olduğumuzu. O, başlangıçtaki kibarlığın sonrasında kabusa döndüğüne ve ilişkilerin kısır bir döngüye doğru yol aldığına atıfta bulundu, ben eğer gerçek bizi yansıttıysak karşımızdakine ve o da oynamadıysa gün geçtikçe bağlılığın arttığına emin olduğumu söyledim. O, iyi günlerin çabuk geçeceğine emin olduğunu söylerken ben iyi günlerin tadını çıkarmamız gerektiğini söyledim. Tartışmadık, sadece yansıttık, içimizi boşalttık, gerçekte ne hissediyorsak paylaştık. Bazen herkes çok fazla depresif, gereğinden fazla umutsuz, çok yorgun, çok sancılı olabiliyor. Dünyanın en iyi insanı diye bir kavram da yok sonuçta, her şey hepimizin tahammül sınırını zorluyor, sorun bende değil sende vakaları gün geçtikçe artıyor (ama ben en çok sorun sende değil bende, sen çok çok iyilerine layıksın olayını seviyorum :P) Hangimiz bacağımıza kızgın yağ döküldüğünde sukunetimizi koruyabiliriz, hangimiz aldatıldığımızda “demekki benden daha iyiymiş, mutluluklar” diyebiliriz? Korkularımız ve daha önemlisi korkak tavırlarımız var, oyun oynamayı seviyoruz, küçük hesaplar peşinde koşmaya bayılıyoruz, başkasının alanına geçmek bizi hiç rahatsız etmezken, alanımıza girildiği anda pençelerimizi çıkarıveriyoruz, küçük olaylardan büyük çığlar yaratıyoruz, sonrasında kendi kopardığımız çığın altında kalıyoruz. Hep suçlu arıyoruz, hep haklı sanıyoruz kendimizi ve mahvediyoruz her şeyi. Umarsızlığımız da cabası… Sonrasında hiçbir şeye inancımız kalmıyor, heyecanımızı kaybediyoruz zamanla. Robotlaşıyor kalplerimiz, rutinleşiyor ilşkilerimiz… Sonrası kaçınılmaz son.
Off… Ben uzun zamandır gitme hayalinin peşindeyim, göçebe bir yaşam sürmenin, herhangi bir eşyayla manevi bir bağ kurmamanın, kimseye bağlanmamanın, kafama eseni yapmanın, kimseye hesap vermemenin, tüm gemileri yakmanın derdinde!
Karşılaşalım bi’yerlerde tekrar en kısa sürede
*Serhat’ın hediyesi, iyi ki var!
**Kings Of Convenience
Not: Size daha önce dünyanın en mükemmel olayının bir 20 mayıs gecesi gerçekleştiğini söylemiş miydim? (Doğumumla başladı her şey…)