Sıcak bir yaz akşamı, çatının üzerine kurulup aşağıda olup bitenleri izlerken, olur da şapşal bir kuş önüme düşer diye beklerken, komşu bahçenin tekiri bir “mav”layıp, yanıma ilişiverdi. Yüzünden düşen bin parça, gergin gergin gerindi.
Dedi ki insanlar çiğ et yemeye başlamış. Yani bize yemek azalmış. Ayıptır söylemesi, biz kediler oldum olası çiğ ete bayılırız. Hele menüde ciğer varsa, tutmayın beni, dağğıtırrız… Maaav!
Çıktım sokaklara, başladım dolaşmaya, işin aslını astarını araştırmaya. Gerçekten de saftirik insanlardan bazıları bize özenmiş! Şu çenenin içindekilere bir baksana koca adam! Birkaç köpek (müsveddesi) dişinle, otları sindirmek için nehir gibi uzanan kilometrelik bağırsağınla, çiğ et senin neyine?
Sordum soruşturdum… Önceleri çiğ köfte diye bir şey yiyorlarmış. Salçayı, acıyı katıyorlarmış çiğ kıymaya; sonra da “acı, kıymayı pişirir”, “sürtünme sayesinde pişer et,” diyorlarmış. Kıvrak dansçılardan, acılı müzik imparatoruna kadar hemen her insan, (el) bileklerine kadar bulamacın içine girer, ovalar da ovalarmış. Kedi değiller ki bilsinler, bu et bu kadar sürtünmeyle ısınıp, pişmez. Ne puma bakışlı dansçı ablamın sarkaç gibi çalışırken sürat rekorları kıran kalçasının hızı yeter onu pişirecek kadar ısıtmaya ne de imparator ağabeyimin acıların acılısı sesi yakmaya. Kabul edin artık, çiğ çiğ yiyordunuz işte çiğ köfteyi; biz kedilere özenmişsiniz, siz de!
Azıcık da dengesiz mizaçlıdır bu insanoğlu… Hadi dişin düzgün kesmiyor diye kıyma yapıyorsun, aferin… Peki, zayıf miden, ekvator boylu bağırsağın, yetecek mi çiğ eti ve içindeki yüz çeşit mikro yaratığı sindirmeye? Biz kedilere bir şey olmaz, zaten güçlü gelmişiz dünyaya. Tamam ya, bize de olur belki de, biz biliriz gidip paşa paşa köşeye kıvrılıp, acı çekmeyi.
Ya insanlar? Yaygaralar koparırsınız. Çiğ et yiyince başınıza gelebilecekler belli aslında: Bir girdi mi pireden minik boyuyla Granulosus Amca karnınıza, başlar ciğerinizde, kalbinizde pıtır pıtır kistler pırtlamaya. Sonra ben neden kanser oldum? Sen ye daha çiğ etleri…
Mikrosundan, şeridine bilumum kurtçukla akraba olmaya da hazırlan: E, kancalı kurtların, yuvarlak solucanların, kıl kurtlarının da kafalarını sokacak bir eve ihtiyaçları var; insan bağırsağından iyi yuva nerede bulurlar? Neyse say say bitmez, bu aklı evvel insanoğlunun başına çiğ etten gelebilecekler.
Bir gün geldi, şaşırttılar beni! Çiğ köfteye et koymak yasaklanmış! Tam açık açık yasaklanmamış da açıktan açıktan uyarıyorlarmış. Evde yapmak yine serbest. Kaşla göz arasında etsiz çiğ köfte icat ediverdiler, en fanatik çiğ köfteciler bile anında uyum sağlayıverdiler. Hiç aklım ermedi bu işe…
Bunlar sonunda akıllanacak, sonları çiğ etten olmayacak derken, yeni bir moda çıkardılar. Hem de şu meşhur et krizi sırasında, biz çöp kutusunda kokusunu bile alamazken, nasıl olduysa her köşede Gurme Et Lokantaları açtılar. Bizim Tekir de bundan dertli. Bir de bir dükkân çıktı ki, sanki Beckham gelmiş de bedava imzalı futbol topu dağıtıyor, bir kuyruk sorma gitsin! Köfteler cazır cazır, patatesler külahta, sosisler pek havalı, yanına da azıcık oryantal sos niyetine turşuyla. Yanılsama olmaya, hepsi sahip ayrı fiyata.
O kendine özgü yarı yanık et kokusunu duyunca, tabii gözüm karardı. Tutana aşk olsun! Yüce Felis Magnifika’ya sığındım, sıçradım okul sırasına oturmuş tıkınan adamın yanına. Ya, böyle de mola vermeden yenir mi kardeşim? O burgere verdiğin paraya, çorbasından tatlısına, komple yemek alınır, emekli evinde tüm aile üç öğün tıkınır da tıkınır.
Neyse, adam en havalısından söylemiş, normal pişsin demiş. Tanıtım öyle; normal söyleyin etin suyunu kaybetmeyin, iyi pişmiş isterseniz de bu ne olmuş diye dırdır etmeyin, diyor. Tam ağzıma layık dobişko bir köfte; hamburger büyük, ikiye kesmişler. Et de iyi pişmiş ilk bakışta… Rengi yalan söylemez ki! Yoksa söyler mi? Adam bir ısırık aldı, takke düştü, kel göründü. E, içi kıpkırmızı bu köftenin. Hadi bana bir şey olmaz da size dokunur be, iki gözüm.
Kenarları ince, ortası fazla kalınca bu köftenin. Bir tarafını cız, diğerini bızlamışlar, köfteyi göbekten kesip, bir de ortasından ızgaraya yatırmışlar. İlk bakışta pişmiş görünüyor da içi kan ağlıyor kan. Adam da işkillendi önce. O da benim gibi buranın acemisi. Bu gerçekten normal mi, yoksa benimkinde mi bir yamukluk mu var diye, çevredeki benzer burgerlerin içini dikizlemeye çalışıyor. Öyle işte, hepsi hemen hemen aynı. İç avlu pembe, orta kısımlar kırmızı benekçelerle süslenmiş. Sıkıysa yeme, o kadar para bayılmışsın; sıkıysa laf et, zevksiz, görmemiş diye ayıplanasın.
Aslında değişen bir şey yok? Eskinin çiğ köftesi gitmiş, ortası çiğ özel etler gelmiş. Kaldırım gurmeleri iyi pişmemiş et açlığını gidermiş.
Söz bana gelince, açıkçası ben de sevmem kömür gibi kupkuru köfteyi. Ben kediyim çiğ, pişmiş ayırmam götürürüm buldum mu eti.
Ama ayıp ettim, hep ben anlattım! İki çift kelime de siz ediverin, yani. Yoksa ete hiç elini sürmeyenlerden misiniz de başınızın etini mi yedim? Değilse, nasıl olmalı sizi baştan çıkaracak et? Hangisi daha iyi; sulu sulu mu, çıtır çıtır mı, yoksa çatalı batırdığınızda, “möö” sesi çıkaran mı?
Sarman Dedektif
Sarman Dedektif’in tüm yazılarına ulaşmak için Sarman Dedektifin Gözüne Batanlar isimli web güncesini ziyaret edebilirsiniz.