Yapamıyordu, tercihte bulunamıyordu. Hemen herkesin yaşadığı ikilemi aşmayı başaramıyordu. İstemiyordu da aslında, mutluydu böyle. Yalnızca herkese yetemiyor, çoğunlukla da yanlış anlaşılıyordu.
Yolu yarılamıştı, orta yaşlarda başarılı kariyer öyküsünün yanı sıra çevresinde de sevilen bir kişilikti. Sabah sporunu ihmal etmez, kendine dikkat ederdi. Çalıştığı iş yerinde göz dolduran bir performans sergiliyordu. Durmak yorulmak nedir bilmiyor, iş yaşantısı kadar sosyal yaşantısında da aktifliğini sürdürüyordu; sürekli bir koşuşturmaca içerisinde olduğu halde yorulmak yerine bitmek tükenmek bilmeyen enerjisi sanki daha da artıyordu.
Yaptığı işi çok etik bulmasa da, oyunun kendisinden değil de oyunculardan nefret eden kesimde yer almıyor, sistem içerisinde sisteme rağmen başarıyı yakalamak ve hedeflerini gerçekleştirmek için çabalıyordu. Finans sektöründe yer alan büyük firmalardan birisinde kurucu ortak olarak çalışıyor, görevini layıkıyla yerine getiriyor, sosyal sorumluluk projelerinde yer almayı ve bağışlarda bulunmayı da ihmal etmiyordu. Böylesi hareketli ve keyifli bir yaşam olamazdı. İşte hayat buydu!
Yalnız dönem dönem yaşadığı ruh hali herşeyi bir kalemde kenara bırakmasına neden oluyor, birikimleriyle edindiği küçük çiflik evine kaçıyor ve herşeyden uzaklaşıyordu. Günlük yaşantısında teknolojiyle ve maddiyatla iç içe olan, üstelik bundan büyük keyif alan insan her türlü elektronik cihazdan ve insanlardan soğuyordu. Kimseyle görüşmek istemiyor, tek kelime konuşmak zor geliyordu. Çiftlik evinde doğayla iç içe olup kitaplara gömülüyor, kışın şömine başındaki sedirine, yazın bahçesinde kurduğu hamağa uzanıp derin düşünceleriyle başbaşa kalıyordu. Orada dostu, kitapları ve beslediği hayvanlardı. Onlarla ilgilenmek tüm gerginliğini alıp götürüyor ruhunun arındığını hissediyordu. Böylesi huzurlu bir yaşam olamazdı. İşte hayat buydu!
İlginç olansa aradan bir süre geçtikten sonra kendisini boşlukta bulması, hareketli günlerini özlemekten alamamasıydı. Hayvanlarını bakıcılarına emanet edip çıkıyor ve o hareketli şehrin yoğun keşmekeşine geri dönüyordu. Yüksek yüksek binalar, medya, para, çeşit çeşit insanlar ve onların bakış açıları…
Ne orada uzun süre mutlu kalabiliyor ne de orada! Evlendikten sonra da yaşamı değişmedi. Eşi her ne kadar anlayışlı bir insan olsa da zaman zaman kendisini ilgisiz bırakmasından yakınıyordu, haklıydı da. Çocukları ve eğitimleriyle yakından ilgilendi. Zaman, su misali… Ne zaman büyümüştü o çocuklar ve şirket yönetiminde söz sahibi olmuşlardı; hayat göz açıp kapayıncaya kadar geçiyordu. İlerleyen yaşına rağmen kendisini çalışmaktan alamıyor, sık sık şirkete uğruyor, vaktinin çoğunu da dernek çalışmalarıyla geçiriyordu.
Ama yapısı ve alışkanlıkları hiç değişmemişti. Tüm o hayattan sıkıldıkça gittiği çiftlik evinin dili olsaydı da, ah bir konuşsaydı. Tek farklılık torunlarıydı. Torun sevgisi bir başkaydı onun için. Onlar da büyükanneleriyle vakit geçirmeye bayılıyor, çiftlik evinde geçirdikleri zaman zarfında hayatın farklı yanlarını öğreniyorlardı. Yaşamını dolu dolu geçiren yaşlı kadın tüm başarısına ve insanlığa yardımlarına rağmen aslında hayatını yalnızca kendisi için yaşamıştı. Dengesiz olarak nitelendirilen yapısıyla, aslında kendi içerisinde kimsenin sağlamaya cesaret edemediği ve başkalarının hayatlarını yaşadığı dünyada iç huzuru yakalamıştı. Geride bıraktıkları da hala takdir ve beğeniyle anılmaya devam etmektedir…
Peki ya siz istediğiniz hayatı yaşayabiliyor musunuz; yoksa aile, iş, maddiyat, eş, dost, akraba kıskacında başkaları için mi didinip duruyorsunuz? Unutmayın hayat sizin hayatınız; kendinizi keşfetmeden ve kendinize yardım etmeden başkalarına yardım edemezsiniz. Önce “ben” demeyi öğrenmelisiniz; bunu yapmalısınız ki -sizin ifadenizle- sorumluluklarınızı ve zorunluluklarınızı daha sağlıklı ve verimli bir biçimde gerçekleştirebilesiniz.