Telaşın yalnızlığından mı yoksa, taşıdığın maskelerinden mi?
Ne kadarıyla kendinsin ne kadarıyla bir başkasını yaşıyorsun kendinde…
Kendini anlatmak istesen böyleyim desen! Duymazlarsa eğer duymak istediklerini söylesen onlara, o zaman kalabalık olur muydu ruhun peki ya bedenin, hissedebilir miydi kalabalığının yalnızlığını?
Herkesi kendinle aldatırken, kendinden hiç yorulmayışın kendine aldanışın gerçekten seni yormuyor mu?
O maskelerinden yorulmuyor musun?
Nedir insanlardan duymak istediklerin onlara duyurmak istediklerin nedir? Peki ya o duymak istemediklerin kimdedir, nerdedir?
Acını ve hüznünü hissetmekten bu kadar mı çok korkuyorsun, yoksa bundan mı o kahkahalı mutlu pozların, her zaman güçlü ve güzel gözükmek zorunda değilsin ki bunu gerçekten anlayamıyor musun?
İçten içe kireç tutmuş yalnızlığına sövüyorsun…
Baksana etrafına ne kadar da kalabalık ama ne kadar yalnız, son sigaran bittiğinde son kadehinin dibi gözüktüğünde, dostlarında el ayak çekildiğinde kendini, kendinle yüzleştirebiliyor musun?
Anlatmak istediklerin, kafanda ne kadar da “sarhoş” anlatamadıkların, duygularında ne kadar da “ayık”.
Yoksa hala sarhoş musun kendine, biraz da karşındakine?
Ah insanlar…
Ne zaman anlar, duygularını o yalnızlıklarını…
Ne zaman öldürür hislerini, ne zaman kalır kendine, ne zaman yabancı olur karşısındakinin hislerine, ne kadar gizler kendini ne kadarıyla var eder kendini karşısındakine “ben böyleyim” diye… Kaç maske tutar kendine, kaçıyla savaşır, kaçıyla sevişir, kaçıyla kaçar da en sonra döner sorar içindekine “içimdeki mi sarhoş yoksa ben mi sarhoşum” diye.
Gerçekten ayık mısın, “için” başka sen daha “başka” kalıyor olamaz mısın?