Yazmak ve Susmak
‘Yazdığım bir hikaye vardı evvelinde.’ dedi. Sustu ve iç geçirdi. Karşısında duran kişi, aslında anlatmak istediklerinin bütünüydü.
‘Ne kadar yazdın. Bitirdin mi?’
‘Tamı tamına altmış sayfa. Hayır bitmedi.’
‘Yani bitmedi. Bir hikaye için uzun değil mi?’
‘Değil. Hikayenin uzunu kısası olmaz.’
‘Pekala! Neden bitirmedin?’
‘Korktum.’
Okumaya devam et “Diyaloglar”
Bugün işe gitmedim. Patronu arayıp hasta olduğumu söyledim. Hasta falan değilim. Hava bugün bulutlu ve bulutlu hava beni bunaltır. Hele yağmur yağarsa daha kötü olurum. Neden böyle olduğum konusunda kendime hiç soru sormadım. Bütün gün, eğer hava açılmazsa, evde oturup keyif çatacağım. Uyandığımda ağzım keçe gibiydi. Bir gün önce işin verdiği yorgunluk, alkolle birleşince böyle oluyor. Genelde de böyle uyanırım.
Tren garının bekleme salonunda, akşam saat beşi çeyrek geçe, üzerine kalın puntolarla belediye ismi yazılmış bankta oturuyorum. Sağ tarafımda, ayakta bekleyen, saçlarını limonla parlatmış, ince bıyıklı, uzun boylu bir adam ve ayaklarının hemen dibinde damarları çıkmış koyu yeşil bir bavul. Tam karşımda kırmızı eşarplı bir kadın, bebeği kucağında ninni söylüyor. Hemen hemen bütün garlarda mevcut olan büyük saat bir dakika daha atladı. Bin dokuz yüz seksen yedi senesinin, ocak ayının son haftası, günlerden çarşamba akşamı, saat beşi on altı geçiyor. Önümden tahta bavul taşıyan, başları beş numara -asker olmaları muhtemel- iki delikanlı geçti. Ceketimin cebinden sigara paketimi çıkarıp bir sigara yaktım.