Anaokulundaydım. Çıkış zili çaldı. Bizleri almaya gelecek olan ailelerimizi görmek hevesiyle, kendimizi kaybedercesine çıkış kapısına koşturuyorduk. Aileler ise minik yavrularını kucaklayacak olmanın sevinciyle, bir sürü kırmızı formalının arasından kendi çocuklarını seçebilme çabasındaydılar.
Herkes kucakladı yavrusunu öpücüklerle. Ben de kalabalığın içerisinde kendi ailemden birilerine bakındım meraklı gözlerle. Annem, babam ya da dedem gelmiş olmalıydı. Çocuğunu alan gitti sırasıyla. Geride sadece ben ve çocukluğuma özgü mahzunluğum kalmıştı. Unutulmuştum çünkü. Dedem de beni unutmuştu. Biricik torunuydum ben onun oysa..
Duygularımı melodilere tutturdum ataçla. Gitarımın tellerine dokundukça çıkan melodilerle duygularımın telleri de titriyor birer birer. Hüzün, öfke, sevgi notalarım oluyor. Hepsi birbirinden farklı sesler çıkarıyor. Fakat bir araya gelince ben oluyorlar.
Bodrum’un Gümüşlük beldesi. Muhteşem bir belde. Şehrin kalabalığından sıkıldığımda orada olduğumu düşlerim. Huzur bulurum. Bodrum’un diğer beldelerine nazaran daha doğal, daha yerli..