Yazmaya ortaokul yıllarımda başladım. Çok sevdiğim Türkçe öğretmenimin tavsiyesi üzerine bir günlük edindim. Düzenli olarak yazdım.
Kendimi buluyordum yazdıkça. Anlatmaya çekindiğim duygularımı aktarıyordum. Kimi zaman öfkelerimin, kimi zaman sevinçlerimin izdüşümü oluyordu günlüğümdeki satırlar. Hala saklarım. Okudukça gülümserim. Yazmak konusunda, gördüğüm her yazarla konuşurum ve hepsinin ortak söylemi şudur: “Yazdıkça yazılarındaki gelişimi çok net göreceksin”. Doğru da.
Karşıyaka’dan Konak’a gitmek üzere durakta otobüs bekliyordum. Normalde vapuru tercih ederim. Vapur sefasını hiçbir şeye değişmem. Ancak gitmek istediğim yere yakınlık açısından otobüs güzergahı daha çok işime geliyordu. Bekleme esnasında seksen yaşlarında bir ninenin bana doğru yürüdüğünü fark ettim. Bir elinde bastonu, pırıl pırıl görünen kıyafeti, bembeyaz, kıvırcık saçları, o saçların tamamını kapatmayan örgü beyaz bir beresi ve yuvarlak gözlükleriyle o kadar şirin görünüyordu ki.
Sokakları sanat kokan şehir. Ve o şehirde bir ev. Evin içinde bir ben, sanatı koklayan..