Türkiye’deki yönetici grubun, bir türlü kabullenemediği hususlardan biri düpedüz işçi oldukları gerçeğidir. Evet iyi bir eğitim almış olabilirsiniz (ki artık kendini piyasada kabul ettirebilmek için diplomadan çok daha fazlasına ihtiyaç var), şık ve pahalı giyinebilirsiniz ve ortalamanın üzerinde bir yaşam kaliteniz de olabilir (ki ülkemizdeki yöneticilerin çoğunda artık yok) ancak sermayenin sahibi değilseniz, bu sizin işçi olduğunuz gerçeğini değiştirmez. O nedenle de yönettiğiniz diğer işçilere sermayedar gibi bakıp öyle davranmayın.
Oysa bizim işletmelerimizde ilk kademeden en tepeye kadar yönetim görevi üstlenen insanlarımızın büyük çoğunluğu, yöneticiliği işçilerden farklı bir sınıf gibi görüyor ve çalışanlarına bu farklılıktan yola çıkarak davranıyor.
Yaşadığımız üzüntülerin, ulaşamadığımız hedeflerin, uğradığımız başarısızlıkların ve hayal kırıklıklarının sorumluluğunu hep başkalarına yüklüyoruz. Kendimizce sorumlular buluyoruz sorunlarımıza.
Günün bazı zamanlarında, bazı faaliyetleri daha iyi yerine getiririz. Çünkü bedenimiz günün farklı zamanlarında, farklı bir çalışma ritmine sahip. Eğer yaşamımızı bu ritme uydurabilirsek, bazı faaliyetlerimizle zamanı değiştirerek veya bazı kararları günün başka bir anında alarak hayatımızı daha iyi bir noktaya getirebiliriz.