Zifiriydi,
Geceye ve hüzne rengini veren.
Kara deyip geçtiler.
İçinde tüm renkleri barındıran,
Hepsinin en asiliydi anlamadılar.
Kara çalıp karaladılar.
Oysa görebilseler,
Zifiriydi,
Geceye ve hüzne rengini veren.
Kara deyip geçtiler.
İçinde tüm renkleri barındıran,
Hepsinin en asiliydi anlamadılar.
Kara çalıp karaladılar.
Oysa görebilseler,
Güzel bir çöl sabahına uyanmıştım. Duygularım kumlar kadar küçük ve sıcaktı. Koşmak, koşmak ve koşmak. Nefes almanın ilkelliğini, sıradanlığını ve gereksinimi unutarak koşmak. Ne muazzam bir sabahtı. O bir yerlerden beni izlerken ben ona koşmaktaydım vakitsizce. Gördükleri sadece yansımalarımdı. Benim göremediklerim ise tam olarak ona ait olaylardı.
Buradayım. Ayaklarım acıyor. Kendimi yere atıp bir daha kalkmamak istiyorum. Yer çekimine artık karşı koyamıyorum. Erisem keşke onunla yok olsam zamansızlıkta. Sesler. Çok fazla. Boşlukta nasıl bu kadar çok ses olabilir? Hayır durun. Kısmayın müziğin sesini. O kalsın. Bir tek o kalsın. Tüm dilleri unutayım, tüm sesleri unutayım ama bir tek o kalsın. Yeni oluşan bir yıldız gibi. Var olan tüm elementleri sömüren bir yok edici gibi.
Kapı açıldı ve içeriye otuz yaşlarında, genç bir hanım girdi. Görünümünde bir taşralı havası vardı. Elimle muayene koltuğunu işaret ederek “Buyurun oturun” dedim. Sonra devam ettim:
– Burnunuz tıkalı.
Genç hasta yüzüme hayretle baktı. Ben yine devam ettim:
– Ayrıca ağzı açık uyuyorsunuz, üstelik horluyorsunuz.