Bir yol biliyorum,
O yolun sonu sevda nehri
O nehrin ucu, aşıklar şehri
O şehrin kuytusunda bir kara sevdalı
O kara sevdalının içinde
Atan bir kalp, sen ve ben diye diye…
Bir gece biliyorum,
Ucunda, sessizliğin sesi,
Ucunda sensizliğin nefesi.
Bir yol biliyorum,
O yolun sonu sevda nehri
O nehrin ucu, aşıklar şehri
O şehrin kuytusunda bir kara sevdalı
O kara sevdalının içinde
Atan bir kalp, sen ve ben diye diye…
Bir gece biliyorum,
Ucunda, sessizliğin sesi,
Ucunda sensizliğin nefesi.
Geçen gün bir gazete haberi beni çok etkiledi. İnanıyorum ki okuyan herkesi benim kadar etkilenmiştir. Haber bir hırsızlık olayı idi ama bu sıradan bir hırsızlık değildi. Hırsız yükte hafif, pahada ağır ne bulduysa alıp götürmüş. Bu arada kadının dört bileziği ile birlikte, evin sekiz yaşındaki kızının kulak cihazının uzaktan kumandasını da birlikte götürmüştü. İşte gazetedeki habere konu olan bu annenin feryatları, gözyaşları idi. Kadın hırsıza seslenerek “Aldıklarının hepsi helal olsun, bileziklerimi de helal ettim” diyordu. Sonra da “Yeter ki kızımın kumandasını getir” diye yalvarıyordu.
Bazen vedalaşmak gerek sevdiklerinle, istemesen de… İçin burkularak, canın yanarak kabullenmek gerek gidişini. Çaresiz bakakalmak hiçbir şey yapamadan sessizce vedalaşmak gerek. Ne yaparsan yap dönüşü olmayan o sonsuz yola uğurlamak, devam etmek yoluna…
Yarım yamalak, eksik paramparça, bir başına, öyle yana yıkıla değil dimdik, onurunla, boyun eğmeden zorluğa, nefes almak gerek sorgusuzca; biliyorum, yine de elde değil sormadan devam etmek bu yola.