Ne çok yakın biliriz yanımızdakilerini ama çabuk gidebileceklerini düşünmeyiz. Hep kendimize olan benciliğimiz bir başkasını düşünme onu hissetme şansını bize vermez; en çok kendimize isteriz de karşımızdakine o kadarını layık göremeyiz, hep bir başkasını eleştiririz de kendimize geldiğinde sıramızı salıveririz.
“O” deriz başlarız, peşin sıra sıralamaya “şöyle” deriz, “böyle” yaptı deriz de kendimize dönüp sormak gelir mi? Kabul edemez miyiz insanları olduğu gibi? Kabul etmiyorsak dahi, söylenmek mi bizi biz yapar, yoksa bizi de herkes gibi sıradan mı?
Üzerine bir kaç beden büyük olan gri renkli ceketinin içine beyaz gömleğini, altına da krem rengi keten pantolonunu giydi. Evinin salonunda, şöminenin üzerine dizdiği kitaplardan birinin arasına sıkıştırdığı zarfı alıp ceketinin sol iç cebine koydu. Mutfağa gidip bir bardak su doldurdu. İçinde katman katman oluşan heyecandan olsa gerek sudan bir yudum içip, kapıdan dışarıya çıktı.
Bir insanın hayatındaki en büyük günah nedir? Hırsızlık? Yalan? Riya? Belki de adam öldürmek… Evet, bunların hepsi büyük dinlerce genel kabul görmüş günahlar. Fakat gözden kaçırılan şudur ki bunlar, günahın kendisi olmaktan ziyade günahın nedenleridir. Bu nedenlerse, günümüzde karakter yapısı olarak adlandırdığımız davranış özelliklerimizden kaynaklanmaktadır.