Yine kar, yeni kar, yeniden kar…
Elimde bir fincan çayla, sıcak odamın penceresinden bakıp o beyaz kutsal örtüyü ilk gördüğümde, aklımın uçsuz bucaksız dehlizlerinde bunlar esivermişti. Sonra içiçe geçen düşünler peşpeşe geldi.
Ne kadar ilginç bir varlıktır kar dediğimiz şey. Ansızın bir sağanak gibi bastırdığı nadiren olur, usul usul başlar çoğu zaman. Önce ağaçları, minareleri, araçları kaplar. Sonra yollarımızı sıvazlar pamuktan örtüsüyle. Öyle olağanüstü salınarak süzülmektedir ki gökyüzünden. Salınarak… Meğer her bir tanesini bir melek taşırmış yeryüzüne.
Duyguları coşturur kar, insanı melankolik yapar biraz; azıcık şair ruhluysanız, siz de üşenmez şiir yazarsınız Cahit Sıtkı gibi:
“Yağan beyaz bir sükut, bir mahşerdir sanki kar!…
Şimdi yağan kar değil, ruhumdur kar yerine.”
Sayısız şarkılar, türküler kar’dan bahislidir; “karlar düşer”, “her yerde kar var”, “kar tanesi”, “kınalı kar”. Zaten biraz derinden kulak verirseniz, kar’ın o içinizi ısıtan soğuk sessizliğinde, inceden ve eşsiz bir melodiyi işitmeniz de imkansız değildir.
Derler ki fakir için ızdıraptır, siyah yağar kar; başınızı sokacak bir yuvanız olsa bile, eğer ocağınız tütmüyorsa, bir kaç odununuz tükenmiş, biraz kömürünüz kül olmuşsa zordur karlı bir şehirde yaşamak. Nefesinizin buğusu, gözyaşınız ve kar birleşir, kristalden mücevherlere dönüşüverir.
Pek çoğumuz kardan adam yapmayı denemişizdir, peki hiç kar altında nöbet tuttunuz mu? Ben de tutmadım, ama usulca, ama aralık vermeksizin yağan karın altında, kardan adama dönüşmüş mehmetçiklere çok rastladım. Çekmeköy’de kış mevsimi ağırdı o yıl. Gece yarısını geçmişti vakit, kar yağıyordu, hava üşüyordu, Mehmet’in dizlerine kadar gömüldüğü kar tepeciği, an geçtikçe yükseliyordu. Soluduğu nefesle ciğerlerine kar taneleri doluşuyordu. Öylesine soğuk ve öylesine sessizdi ki bir an için zamanın beklediğini düşünebilirdiniz. Ama nöbet yeri beklemiyordu. Kar kutsaldı, nöbet yeri daha kutsaldı…
Kar olmasaydı ne olurdu? Çok şey olurdu, ama en önemlisi kardelen çiçekleri olmazdı. Ümidin ve yaşamın simgesi kardelen çiçekleri… Nedense masal varlığı sanırdım bu menekşe güzelini, bir Karadeniz yaylasında hiç beklemediğim bir anda karşıma çıkana dek. Hiç bitmezmiş gibi görünen kar denizinin ortasında, boynunu uzatmış kardelenler… Ayaza ve toprağı bir daha bırakmayacakmış gibi kaplayan beyaz örtüye inat gülümsüyorlardı. O an, aslında kardelenlerin, baharın öncüsü olduğunu farkettim, kar ile çiçekler arasındaki tezat, ümidin habercisiydi…
Artık, penceremden gördüğüm okul bahçesindeki çam ağaçları beyaza bürünmüştü; bir ağaç yaprakları olmadan ne kadar da zayıf ve çaresiz görünüyordu. Önce fincanımdaki çayın artık soğuduğunu farkettim, sonra eğer kar olmasaydı bu yazının da olmayacağını… Aklımın ince kıvrımlarında anaforlar sürüp giderken, her şeye sırtımı dönmek ister gibi kapattım perdemi bir nefeste. Şehir ve ben kara teslim olmuştuk. Kara teslim olmaktı belki en güzeli…