İşini sevmeden yapan insanların ülkesidir benim Türkiye’m.
İşi nedeniyle sahip olduğu gücü, kişisel çıkarları için kullanmaktan çekinmeyen insanların ülkesidir benim Türkiye’m.
İşini eksik, yanlış, kalitesiz yapmaktan ve bu yolla çıkar sağlamaktan utanmayan insanların ülkesidir benim Türkiye’m.
İşimiz, hem kimseye muhtaç olmadan yaşamak için uğraşımızdır; hem de dünyaya ve başkalarına kendimizden bıraktığımız bir eser, bir izdir. O nedenle işimizi nasıl yaptığımız çok ama çok önemlidir. Kazancımızın temiz ya da kirli olması, dünyaya faydamız ya da zararımız büyük ölçüde işimizi yapma biçimimizle belli olur.
Aileden başlayarak okulda, sosyal yaşamda ve bizzat iş yaşamının içinde hiç gündemimizde olmadığı için bu konu, gelişigüzel yaşayıp gelişigüzel çalışan ve gelişigüzel sonuçlar elde eden bir ülke benim Türkiye’m.
Adına eğitim sistemi dediğimiz sistemsizliğin de büyük günahı var bu sonuçta.
Öyle ya! Yüreği insan sevgisiyle, hizmet aşkıyla yanıp tutuşan gençler sadece belli sayıda fen bilgisi problemini çözüp test kağıdına işleyemediği için doktor, öğretmen olamazken; ailesinin olanakları, yaşadığı coğrafya, eğitim gördüğü okulun avantajlarını kullanan insan sevgisinden, hizmet tutkusundan nasibini almamış bir çok genç de sadece sınavda daha çok test sorusuna doğru yanıt verdiği için doktor oluyor, öğretmen oluyor.
Hafızası daha iyi olduğu için, ezberi kuvvetli olduğu için hakimlik-savcılık sınavlarında başarı kazanan insanları hakim-savcı olarak tayin ediyoruz. Oysa hafıza ve ezber konusunda yetersiz olduğu için adalet ve merhamet duygusu çok güçlü nice gencimizi adalet saraylarının kapısından çeviriyoruz.
Matematik hesaplarını kusursuz yaptığı için mühendis-mimar olarak yetiştirdiğimiz nice gencin inşa ettiği binalar mezar olurken binlerce yurttaşımıza, sınavda matematik sorusunu yanlış yaptığı için kul hakkından, yanlış iş yapmaktan korkan bir çok gencimize mühendis olmanın yollarını kapatıyoruz.
Şimdi geriye dönüp baktığımızda merhametsiz doktorların, işine tutkuyla bağlanmayan öğretmenlerin, adaletsiz hukukçuların, kul hakkı yiyen kamu görevlilerinin, mühendislerin toplumda açtığı yaralara bakınca, bir kez daha anlıyor insan, IQ denilen akademik zekânın, EQ denilen duygusal zekâ olmadığında bir felakete yol açabileceğini.
Amerika Birleşik Devletleri’nin 32. Başkanı Roosvelt’in dediği gibi “Bir insanı ahlâken eğitmeden sadece zihnen eğitmek, topluma bir bela kazandırmaktır.”